Şiir edebiyat öykü deneme güncel edebiyat aşk şiirleri,hayat,evet,röportaj,gönülden şiirler,...
Bu Blogda Ara
30 Aralık 2013 Pazartesi
HİCRİ YILBAŞIMIZ GÖNÜLLERİN FETHİ OLSUN
HİCRİ YILBAŞIMIZ GÖNÜLLERİN FETHİ OLSUN
Yeni hicri yılbaşı geliyor
Peygamberimizin Mekke’yi fethi
Zulmü kalbinde evinde sokakta taşıyanları
Yolları sokakları evleri gönülleri
Kâbe’yi işgal edenleri kansız güzellikle yerle bir edişi
Bu nedenle kalbiniz iman Resul aşkı dolsun
Yortu Noel kutlamaları bize ait değil
Bu nedenle Hicri yılbaşımız
Yolumuzun Kurana Resule çıkaran yıl olsun
Kalbimiz merhametle dolsun
Alnımız beş vakit secdede olsun
Ortalığı kan gölüne çevirmeye çalışanlar yok olsun
Kardeşliğimiz hatırlansın kucaklansın
Politika cambazları yandaşları
Vatandaşı mağdur eden politikalar yok olsun
Bize yaşama hakkı tanımayanlar kahır olsun yel alsın
Ayakları takılsın uçurumlara düşsün ayıksın
Kalbimizde her zaman Allah Kuran Resul olsun
Hicri yılbaşımız gönüllerin fethi olsun
Tüm güzellikler bizimle olsun
Kalbinize Güllerin Efendisi Resul kokuları dolsun
Mehmet Aluç
Alınlarında Secde İzi İle Şafak Parıltısı
Yollar yolcusu kalmamış yolar gibi ıssız
Uğrayan yolcusu kalmış hanlar gibi viran ışıksız
Gelişi ile domur domur bahar çiçekleri açtıracak
Başkalarının dertleri ile dertlenecek ağlayacak
Gönül süvarileri neredesiniz
Gelişinizle kâinat gönüller baharı yaşayacak
Karanlık şafaklar aydınlığa boğulacak
Fecre kapalı yarınların ufukları açılacak
Ateş düştüğü yeri yakar değil
Ateş düştüğünde hepimizi yakar diyen
Gönül dostları Resul âşıkları
Yüreğimize sevgiyi yazacak olan nur yürekliler neredesiniz
Okyanuslar gibi olan yüreğimiz bomboşKaranlık şafaklar aydınlığa boğulacak
Fecre kapalı yarınların ufukları açılacak
Ateş düştüğü yeri yakar değil
Ateş düştüğünde hepimizi yakar diyen
Gönül dostları Resul âşıkları
Yüreğimize sevgiyi yazacak olan nur yürekliler neredesiniz
Viran oldu,
Talan oldu
Kapkaranlık
Yollarımız yolcusuz kaldı
Ovalarımız yasla inliyor kurudu kaldı
Mahzun gönüller
İnsanlar
İnim inim iniler
Yollarınızı bekler
Gecelerimiz gündüzlerimiz suskun
Sizsizliğe alışmak zor herkes birbirine küskün
Yollarımızda vahşi kurtlar uluyor
Rüzgârlarımız ağıtlaşmış halimize ağıt türküsü ile esiyor
Ovalarımızı bekleyen ağaçlarımız üşüyor
Gözyaşlarımız sızlıyor
Mezarda yatan yiğitlerimiz üşüyor
Bereketli ömrümüz hayatımız bereketsiz kaldıSizsizliğe alışmak zor herkes birbirine küskün
Yollarımızda vahşi kurtlar uluyor
Rüzgârlarımız ağıtlaşmış halimize ağıt türküsü ile esiyor
Ovalarımızı bekleyen ağaçlarımız üşüyor
Gözyaşlarımız sızlıyor
Mezarda yatan yiğitlerimiz üşüyor
Yalnızlık vahşeti andıran zifiri karanlık gibi yarınlarımızı esir aldı
Yetimliğin yıkımı ile yıkıldık dostsuz kaldık
Gönül dostu Resul sahabe âşıkları neredesiniz
Yarınlarımızın yiğitleri neredesiniz
Gönlü gülistan olanlar
Soğuk yürekleri ısıtanlar
Yolcusuz yollara yol ışık olanlar
Bir avuç kömürle evini ısıtamayanları gönülleri ile ısıtanlar
Çaresizliğe çare olmak için gece gündüz çare arayanlar
Bereketli yüzü ile ışığı sönmüş ışıksızlara yön olanlar ışık saçanlar
En zifiri karanlıklara an be an saniye saniye ışığı taşıyanlar
Alınlarında secde izi ile şafak parıltısı ile gezenler
Soğuk kış gecelerinin ayazına aldırmayan
Yüreklerinde fışkıran umutla umut olan sıcakkanlı yiğitler
Çaresizliğe çare olmak için gece gündüz çare arayanlar
Bereketli yüzü ile ışığı sönmüş ışıksızlara yön olanlar ışık saçanlar
En zifiri karanlıklara an be an saniye saniye ışığı taşıyanlar
Alınlarında secde izi ile şafak parıltısı ile gezenler
Soğuk kış gecelerinin ayazına aldırmayan
Yüreklerinde fışkıran umutla umut olan sıcakkanlı yiğitler
Fırtınalar kumlar ayak izlerinizi
Nefret kin zülüm yüreğinizdeki gül kokusunu Resul kokusunu silemedi
Hala kokunuz taptaze kokuyor
İman ışığınız hala kandil kandil yanıyor
Güllerin efendisi Resul kokunuz hala kokuyor
Yıllardır
Aylardır
Kışlardır
Baharlardır yollarınızı bekliyoruz
Yolcusuz kalmış yollarda kutlu kervanınızı bekliyoruz
Siz gelmezseniz
Yüreğimiz
Zamanımız
Dünyamız
Ahretimiz bom boş
Hiçbir şeyimiz yok
Bom boş
İpotek altında
Issız
Talan oldu
Viran
Nefret kin zülüm yüreğinizdeki gül kokusunu Resul kokusunu silemedi
Hala kokunuz taptaze kokuyor
İman ışığınız hala kandil kandil yanıyor
Güllerin efendisi Resul kokunuz hala kokuyor
Yıllardır
Aylardır
Kışlardır
Baharlardır yollarınızı bekliyoruz
Yolcusuz kalmış yollarda kutlu kervanınızı bekliyoruz
Siz gelmezseniz
Yüreğimiz
Zamanımız
Dünyamız
Ahretimiz bom boş
Hiçbir şeyimiz yok
Bom boş
İpotek altında
Issız
Talan oldu
Viran
Sizler ki mutluluğu yüreğine sığmayan
Yüzlerinde sevinçleri okunan
Dünya malını sevgisini terk ederek
Allah sevgisi ile değiştirenler
Gönüllere Allah sevgisini yazanlar
Allah sevgisi için yurtların terk edenler
Hicreti muştulu vuslat gibi karşılayanlar
Karanlığa sonsuz ışıktan ışık alarak sevinç dalgası yayanlar
Yüzlerinde sevinçleri okunan
Dünya malını sevgisini terk ederek
Allah sevgisi ile değiştirenler
Gönüllere Allah sevgisini yazanlar
Allah sevgisi için yurtların terk edenler
Hicreti muştulu vuslat gibi karşılayanlar
Karanlığa sonsuz ışıktan ışık alarak sevinç dalgası yayanlar
Gözümüze bakacak gözlere yüzlere ellere hasret kaldık
Sonu görünmeyen karanlık ıstırap dalgasına yakalandık
Yarınlarımızı ıstırap sarmış soluksuz bırakıyor
Yalnızlığı gariplik hırkası gibi üzerimize giydirdiler
Çıkaramıyoruz
Çıkmıyor
Hasretle özlemle vuslata kavuşamıyoruz
GecelerimizSonu görünmeyen karanlık ıstırap dalgasına yakalandık
Yarınlarımızı ıstırap sarmış soluksuz bırakıyor
Yalnızlığı gariplik hırkası gibi üzerimize giydirdiler
Çıkaramıyoruz
Çıkmıyor
Hasretle özlemle vuslata kavuşamıyoruz
Sabahlarımız
Zamanımız
Her anımız
Zehir saçıyor
Öldürüyor
Yok ediyor
Hayatımızın ışıkları sönüyor
Yaralarımız Hint okyanusundan büyük iyileşmiyor
Allah Resul aşkına gelin yetişin
Alınlarında secde izi ile şafak parıltısı ile gezenler yetişin
Nerelerde iseniz gelin
Yüreğimiz yok
Yürek olmak için gelin
Sevincimiz yok yanmışız
Sevinç olmak için gelin
Tutsak olmuşuz
Özgürlüğümüz olmak için gelin
Bekliyoruz gelin
Allah Resul aşkına gelin yetişin
Alınlarında secde izi ile şafak parıltısı ile gezenler yetişin
Mehmet Aluç
28 Aralık 2013 Cumartesi
Buyurun bakalım bir soluk nefese
Buyurun bakalım bir soluk nefese
Kuranı açtık okuduk hala usanmadık
Kuranı okuyunca dünyadan vaaz geçtik
Ey insanlar kanatsız günde beş vakit uçtuk
Âlemlerin Rabbi ile secdede de buluştuk
Bir nefeslik ömür için gönül yıkmaya gerek yok
Unutarak Allah’ı O Resulü dünya ve ahreti yıkmak yok
Seçeceksen kendine önder İşte Allah gönderdi ya sana O Resulü
Ondan gerisi boştur, abesle iştigaldir.
Mezarın ölçüsü bir arşın kefendir
Alır bedeni tekrar verir kıyamette verendir
Yaptınsa iyilik namaz dua ve salâvat
İkinci hayatta bulursun yeni huzurlu bir hayat
Allah ve Resulü ile olmazsan hayat olur karanlık
Figanın arşa çıksa duyan olmaz gönüller olmuş mezarlık
Seni duyacak olan Allah ve Resulüdür koş onlara yap yeni hayatına hazırlık
Yapmazsan çekersin hem dünyada hem de ahirette cefa ve ceza,
kalma gerisi zaten mezarlık.
O Rahman gönderdi Habib’ini zülümat karanlığını delmek için
Karanlığı delip insanlığı ışığa adaletli ışığın kaynağına ulaştırmak için
Ne bakarsın hala geçen trene bakan gibi geçeni anlamak için
Katıl kervana insanlığın merhametine kavuş, zehir kusmamak için
Kirpiğinin oku zehir saçar deler tüm sineleri
Bırak kirpiğindeki zehir saçan bakışlarını aç o güzel sineleri
Aç o güzel sineleri bak ta gör dünyadaki tüm güzellikleri
Boyun eğme gazap ordusuna, bil kin kusar kin saçar sözleri
Bade şarap olursa içilmez imanlı iken
İçilirse O Rahmanın O Resulün yanında geçilmez İmanlı isen
İblis cennete giremez, dünyada iken,
O Rahmanın kullarına ve O Resule inanlarına verdi cefa.
Cennette süremez sefa.
İmdat için bak önünde Rahmanın Kuranı ve O Resulün sünneti
Başka kimse duymaz bu İmdat’ı.
İnanmazsan Alma O Rahmanın Kuranını, O Resulün sünnetini bekle bakalım
Kim duyacak o Feryadını İmdadını.
Mehmet Aluç©
27 Aralık 2013 Cuma
Mehmet Akif Ersoy çilenin kalesi
Mehmet Akif Ersoy çilenin kalesi
- Kahraman Ordumuza -
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
27 Aralık 1936 yılında vefat eden İstiklal Marşı şairimiz
Mehmet Akif ERSOY’U; ölümünün 77 yılında anıyoruz.
Milli mücadele günlerinde açılan "Milli Marş" yarışmasına
o gün 724 şiir katılmıştır. Para ödülü olduğu için yarışmaya katılmak istemeyen
Akif, Maarif vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver'in ısrarı üzerine "Kahraman
Ordumuza" adadığı şiiriyle yarışmaya girer ve birinci olur. Türk halkının
bağımsızlık duygusunu yansıtan ve milli mücadele azmini artıran "İstiklal
Marşı" ile Mehmet Akif, içinde yaşadığı toplumun milli duygularını
dile getiren "Millî Şair”imiz olarak anılmaktadır.
"Asım'ın nesli... Diyordum ya..."...
Ömrü boyunca, ilmin irfanın kucağında bir "Asım nesli" yetişmesi için çalıştı... Akif; doğruluktan şaşmayan, özü sözü bir, yılmaz bir hakikat savunucusu. Tevazu içinde yaşadı, şöhretin seline kapılmadı... Allah'tan başka kimseden korkmadı ve kimsenin önünde eğilmedi. Büyük milletin kahramanlık destanını o yazdı... "Çanakkale Harbi" ve "İstiklal mücadelesi", anlamını onun mısralarında buldu.
Safahat
Mehmet Akif'in Safahat ismini verdiği eseri, hayatından ve Türk insanının gerçekleriyle örülmüş canlı hayat tablolarından oluşmuştur. İslamcı şair olan Akif, zühd içindeki bir derviş değil, hayatın ve gerçeklerin içinde mücadele eden, bağıran, kendini ortaya koyan toplumcu bir şair ve dava adamıdır. Devrinin sosyal-siyasi yapısı, onun şiirlerinde büyük yer tutar. Mehmet Kaplan'ın ifadeleriyle "Türk edebiyatında onun kadar içinde yaşadığı devri, bütün teferruatı ile gören ve gösteren başka bir şair yoktur denilebilir. Safahat, adeta muayyen bir nokta-i nazardan tasvir edilen bir romana benzer: Sokak, ev, kulübe, saray, meyhane, cami, köy, şehir, fakir, zengin, dindar, dinsiz, cılız, pehlivan, korkak, kahraman, halk, yüksek tabaka, münevver, cahil, yerli, yabancı, Avrupa, Asya, ticaret, siyaset, harp, sulh, şehircilik, köycülük, mazi, hâlihazır, hayat, hakikat hemen hemen her şey Akif'in duyuş ve görüş sahnesine girer. Ve bunu yalnız şiirle değil, bütün ifade vasıtalarıyla anlatır: Tasvirler yapar, portreler çizer, hikâyeler söyler, fıkralar anlatır, konuşmalara başvurur, vaaz eder. Komik, trajik, öğretici, hamasi, lirik, hakimane her olayı, her tonu kullanır. Bu suretle Akif, şiirin hududunu nesir kadar, edebiyat kadar genişletir; hatta edebiyatı da aşar, onu hayatın da kendisi yapar."
Kelime olarak "Hayatın değişik yüzleri, görünümleri" anlamına gelen Safahat, yedi kitabın da ortak adıdır. 1911 yılında ilk şiir kitabı yayımlandığında "Safahat" adını taşımıştır. Şairin daha sonra yayınladığı diğer kitaplar "ikinci kitap", "üçüncü kitap" olarak adlandırılır ve kendilerine ait alt başlıklar taşırlar. Safahat adı altında bir araya gelmiş kitaplarının alt başlıkları sırasıyla şunlardır:
"Asım'ın nesli... Diyordum ya..."...
Ömrü boyunca, ilmin irfanın kucağında bir "Asım nesli" yetişmesi için çalıştı... Akif; doğruluktan şaşmayan, özü sözü bir, yılmaz bir hakikat savunucusu. Tevazu içinde yaşadı, şöhretin seline kapılmadı... Allah'tan başka kimseden korkmadı ve kimsenin önünde eğilmedi. Büyük milletin kahramanlık destanını o yazdı... "Çanakkale Harbi" ve "İstiklal mücadelesi", anlamını onun mısralarında buldu.
Safahat
Mehmet Akif'in Safahat ismini verdiği eseri, hayatından ve Türk insanının gerçekleriyle örülmüş canlı hayat tablolarından oluşmuştur. İslamcı şair olan Akif, zühd içindeki bir derviş değil, hayatın ve gerçeklerin içinde mücadele eden, bağıran, kendini ortaya koyan toplumcu bir şair ve dava adamıdır. Devrinin sosyal-siyasi yapısı, onun şiirlerinde büyük yer tutar. Mehmet Kaplan'ın ifadeleriyle "Türk edebiyatında onun kadar içinde yaşadığı devri, bütün teferruatı ile gören ve gösteren başka bir şair yoktur denilebilir. Safahat, adeta muayyen bir nokta-i nazardan tasvir edilen bir romana benzer: Sokak, ev, kulübe, saray, meyhane, cami, köy, şehir, fakir, zengin, dindar, dinsiz, cılız, pehlivan, korkak, kahraman, halk, yüksek tabaka, münevver, cahil, yerli, yabancı, Avrupa, Asya, ticaret, siyaset, harp, sulh, şehircilik, köycülük, mazi, hâlihazır, hayat, hakikat hemen hemen her şey Akif'in duyuş ve görüş sahnesine girer. Ve bunu yalnız şiirle değil, bütün ifade vasıtalarıyla anlatır: Tasvirler yapar, portreler çizer, hikâyeler söyler, fıkralar anlatır, konuşmalara başvurur, vaaz eder. Komik, trajik, öğretici, hamasi, lirik, hakimane her olayı, her tonu kullanır. Bu suretle Akif, şiirin hududunu nesir kadar, edebiyat kadar genişletir; hatta edebiyatı da aşar, onu hayatın da kendisi yapar."
Kelime olarak "Hayatın değişik yüzleri, görünümleri" anlamına gelen Safahat, yedi kitabın da ortak adıdır. 1911 yılında ilk şiir kitabı yayımlandığında "Safahat" adını taşımıştır. Şairin daha sonra yayınladığı diğer kitaplar "ikinci kitap", "üçüncü kitap" olarak adlandırılır ve kendilerine ait alt başlıklar taşırlar. Safahat adı altında bir araya gelmiş kitaplarının alt başlıkları sırasıyla şunlardır:
Mehmet Akif Ersoy’u ne kadar tanıyoruz? Akif denilince yarım
yamalak bir biyografi, safahatından bir iki şiir onu hakikaten anlamamıza yol
açar mı bilmiyorum? İstiklal Marşı ve
birkaç destan şiirinin dışında millet olarak ne kadar biliyoruz? Üzerinde
durulması gereken konular var Akif’le ilgili. Akif’in esasında
bir hüzün şairi olduğunu, bir
yalnız adam olduğunu, hayatının 11 yılını uğruna istiklal marşı yazdığı
vatanından ayrı geçirdiğini, fakirlik içinde geçirilen bir ömür yaşadığını,
oğlu emin ERSOY’UN hüzünlü hikâyesinin sonunda bir kamyon karoserinin içinde
ölü bulunduğunu bilmeden anlayamayız Akif’i. Tarihle
yüzleşmek adına bunları bilmek durumundayız. Bu vatanın kendi evlatlarının
kıymetini bilmesi adına gerçeklerle yüzleşmeliyiz. Bu yüzden Hicran Şairi
Akif’i tanımalıyız. Onu tanımanın en önemli yollarından biri Safahatını
anlamakla gerçekleşecektir. Safahatının ara sokaklarında bir yolculuğa çıkarak
aslında bilinen ancak tanınmayan Akif’le tanışalım. Tanımak içinde, Akif’in
şiirlerini hangi bağlamda yazdığını anlamaya çalışalım.
Yâ Râb, bu uğursuz
gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi
bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz... Sen
bize yangın veriyorsun!
"Yandık!"diyoruz...
Boğmaya kan gönderiyorsun!
Esmezse eğer bir
ezelî nefha, yakında,
Yâ Rab, o cehennemle
bu tûfan arasında,
Toprak kesilip, kum
kesilip Âlem-i İslâm;
Hep fışkıracak
yerlerin altındaki esnâm!
Bîzâr edecek,
korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i,
En sonra, salîb
ormanı görmek Harameyn'i!...
Bin üç yüz otuz beş
senedir, arz-ı Hicaz'ın
Âteşli muhitindeki
sûzişli niyâzın
Emvâcı hurûş-âver
olurken melekûta?
Çan sesleri boğsun da
gömülsün mü sükûta?
Sönsün de, İlâhi, şu
yanan meş'al-i vahdet,
Teslîs ile çöksün mü
bütün âleme zulmet?
Üç yüz bu kadar
milyonu canlandıran îman
Olsun mu beş on
sersemin ilhâdına kurban?
Enfâs-ı habisiyle beş
on rûh-u leimin,
Solsun mu o parlak
yüzü Kur'an-ı Hakim'in?
İslâm ayak altında
sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne
hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?
Mazlûmu nedir ezmede,
ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani
öldürmedi hâlâ!
Câni geziyor
dipdiri... Can vermede mâsûm!
Suç başkasınındır da
niçin başkası mahkûm?
Lâ yüs'ele binlerce
sual olsa da kurbân;
İnsan bu muammalara
dehşetle nigeh-bân!
Eyvâh! Beş on kâfirin
îmanına kandık;
Bir uykuya daldık ki:
cehennemde uyandık!
Mâdâm ki, ey adl-i
İlâhi yakacaktın...
Yaksaydın a
mel'unları... Tuttun bizi yaktın!
Küfrün o sefil elleri
âyâtını sildi:
Binlerce cevâmi'
yıkılıp hâke serildi!
Kalmışsa eğer bir iki
mâbed, o da mürted:
Göğsündeki haç,
küfrüne fetvâ-yı müeyyed!
Dul kaldı kadınlar,
babasız kaldı çocuklar,
Bir giryede bin
ailenin mâtemi çağlar!
En kanlı şenâatle
kovulmuş vatanından,
Milyonla hayâtın
yüreğinden gidiyor kan!
İslâm'ı elinden
tutacak, kaldıracak yok...
Nâ-hak yere feryâd
ediyor: Âcize hak yok!
Yetmez mi musâb
olduğumuz bunca devâhi?
Ağzım kurusun... Yok
musun ey adl-i İlâhî!
4 Cemaziyelevvel 1331
- 28 Mart 1329 (1913)
İSTİKLÂL MARŞI
- Kahraman Ordumuza -
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun
üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin
yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim
milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım,
çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir
gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen
kanlarımız sonra helâl
Hakkıdır, Hakk'a
tapan, milletimin istiklâl!
Ben ezelden beridir
hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana
zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim,
bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları,
enginlere sığmam, taşarım.
Garb'ın âfâkını
sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim îman dolu
göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl
böyle bir imânı boğar,
"Medeniyyet!"
dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma
alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni,
dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana
va'dettiği günler Hakkı'ın
Kim bilir, belki
yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri
"toprak!" diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki
binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun,
incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyâları
alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın
uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak
toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün
varımı alsın da Hüdâ,
Etmesin tek
vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Rûhumun senden,
İlâhi, şudur ancak emeli:
Değmesin ma'bedimin
göğsüne nâ-mahrem eli.
Bu ezanlar - ki
şahâdetleri dinin temeli -
Ebedî yurdumun
üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin
secde eder - varsa - taşım,
Her cerîhamdan,
İlâhi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i
mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek
arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de
şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen
kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok,
ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür
yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a
tapan, milletimin istiklâl!
----------------
Müslümanlık nerde, bizden geçmiş
insanlık bile...
Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nâfile!
Kaç hakikî Müslüman gördümse: Hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir!
İstemem dursun o pâyansız mefâhir bir yana...
Gösterin ecdâda az çok benzeyen bir kan bana!
İsterim sizlerde görmek ırkınızdan yâdigâr!
Çok değil ancak! Necip evlâda lâyık tek şiâr.
Varsa şayet, söyleyin bir parçacık insâfınız:
Böyle kansız mıydı – Hâşâ – kahraman eslâfınız ?
Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdâsına?
Benzeyip şîrâzesiz bir mushafın eczâsına,
Hiç görülmüş müydü olsun kayd-ı vahdet târumâr?
Böyle olmuş muydu millet can evinden rahnedar?
Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi?
Böyle adet miydi, bî-pervâ, yemek insan leşi?
Irzımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan!
Hey sıkılmaz! Ağlamazsan, bâri gülmekten utan!...
“His” denen devletliden olsaydı halkın behresi:
Pâyitahtından bugün taşmazdı sarhoş nâ’rası!
Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi,
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.
Lâkin aşk olsun ki, aldırmaz da otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek!
Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı...
Hasmı, derken, çullanmışlar yutmadan son lokmayı!..
Bir hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin üslûba sok:
Hâlimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok.
Burnumuzdan tuttu düşman, biz boğaz kaydındayız!
Bir bakın: Hâlâ mı hâlâ ihtiras ardındayız!
Saygısızlık elverir... Bir parça olsun arlanın:
Vakit çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın!
Davranın haykırmadan nâkûs-ı izmihlâliniz...
Öyle bir buhrâna sapmıştır ki, zirâ haliniz:
Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok mâteme!
Davranın, zîra gülünç olduk bütün bir âleme,
Bekleşirken gökte yüz binlerce ervâh, intikam;
Yerde kalmış, naşa benzer kavm için durmak haram!
Kahraman ecdâdımızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa: İstikbâlinizden korkulur, pek korkulur!
13 Haziran 1329 (1913)
Ruhu şad
olsun nurlar içinde yatsın çilenin kalesi vatan millet aşkı ile yaşayan çoğu
zaman sürgünde hapislerde geçen dava adamı gönül dostu üstadımız nurlar içinde
yatsın..
26 Aralık 2013 Perşembe
MANİLER GÜZELLER SÖZLER
MANİLER GÜZELLER
SÖZLER
Nefsin şişmanı
Rezil eder insanı
Her sofraya eğrilir
Lakin bu doğru
değildir
Her söze kanılmaz
Fazla yemek için
başka masaya oturulmaz
Her lokmada kolay
kolay yutulmaz
Sıhhatli olmak olsun senin
Mutlulukla sıhhatle geçsin
ömür hepimizin için
Olur, sana herkes
hayran
Köpürmüş bak sofrada
bekliyor ayran
Sıhhat için az yersen
bal akar
Her yediğin sana
yarar
Her şeyin azı karar
Çoğu da zarar
Doğruyu söylesin
diller
Her daim açsın güller
Gülün dalında ötsün
bülbüller
Hiç solar mı sevgi
ile bakılan sulanan çiçekler
Yorulur mu güzelliğe
güzellikle güzel bakan o gözler
Ben kime söylüyorum
ey nefsim bak yine etrafa sofralara bakar gözlerin
Şimdi boşa mı gitsin
bu sözlerim
Mehmet Aluç©
25 Aralık 2013 Çarşamba
DÜŞÜNCELERE AYDINLIK
DÜŞÜNCELERE AYDINLIK
Düşüncelere aydınlık Kuran Resul ile iman ile gelir
Problemlere çözüm ve açmazlara açıklık getiren Kuran’dır Resuldür imandır
Varlığın gayesi yolu anlamı çekirdeği ve meyvesi olduğu halde
Günümüzde çıkmaza düşen
Nefis şeytan çıkmazında titreyen
Yolunu şaşırana yol olan yön veren
İnsanı ıstırap içinde çıkmazda çıkaran
İçinde bulunduğu girdaptan alıp, yol açan
Kutlu bir miraç çizgisinde öteler ötesine çıkarıyor Kuran Resul iman
İnsanı karanlıklardan aydınlığa
Yerlerin basıklığından acımasızlığından göklerin enginliğine
Kölelikten hürriyete çağırıyor Kuran Resul
Aydınlık geniş ve masmavi bir ufka doğru götürüyor
Taşlaşan kalpleri yumuşatan
Merhamet ile dolduran
Yoldaki yolcuyu anlatan
Kutlu nurlu Kuran Resul yoluna yolcu olunması gerektiğini hatırlatan
Kendini anlamasını başkalarını da anlamasını sağlayan
Farklılığın Kuran Resul ile olduğunu söyleyen
Gözleri, kulakları, aklı, teni, ruhu, kalbi alabildiğine açık eyleyen
İçini dışını açık eyleyen nur ile dolduran
Hasret gönüllere vuslatı ulaştıran
Hayatın yaşamın anlamı gayesi Kuran ve Resul ile yaşamak yaşatmaktır
Mehmet Aluç
Etiketler:
akıl,
canı gönülden,
çıkmaz,
dışını,
düşünce,
gök,
göz,
Hasret,
his,
içini,
izan,
kulak,
Kuranı kerim,
sevda,
sevgi,
ufka,
ufuk,
yumuşatan
YÜREĞİMİZDE HASRET
YÜREĞİMİZDE HASRET
Yüreğimizde hasret
Gecenin soğuk yüreği
Özlemlerimiz
Titreyen anılarımız
Binlerce ahin alındığı anlarımız
Sabır dualarımız her an taptaze zamanlarımız
Hasretimiz alabildiğince dipdiri yarınlarımız
Özlemlerimize tırmandıkça vuslata doğru koşmalarımız
Gözyaşlarımızda mutluluk coşkusu dile gelir vuslat ile her anlarımız
Suskunluğumuz çok kıymetlidir bilinirse heyhat
O an özlemlere kavuşturan vuslat
Vuslatın gece yarısını vurduğu özlem dolu o anlarda
Hasreti özleme kavuşturan
Özlemi vuslata dönüştüren o suskunluğumuz değeri anlaşılır pırıl pırıl
Gözlerimizde mutluluğun cennet kokusu yansımaya başlar
Hüzün dolu o bakışlar sessiz terk edilişlere takılı kalır
Bir o kadar da yok oluş eklenir yok olur gider
Mehmet Aluç
24 Aralık 2013 Salı
YÜREĞİMİZDE HASRET
YÜREĞİMİZDE HASRET
Yüreğimizde hasret
Gecenin soğuk yüreği
Özlemlerimiz
Titreyen anılarımız
Binlerce ahin alındığı anlarımız
Sabır dualarımız her an taptaze zamanlarımız
Hasretimiz alabildiğince dipdiri yarınlarımız
Özlemlerimize tırmandıkça vuslata doğru koşmalarımız
Gözyaşlarımızda mutluluk coşkusu dile gelir vuslat ile her anlarımız
Suskunluğumuz çok kıymetlidir bilinirse heyhat
O an özlemlere kavuşturan vuslat
Vuslatın gece yarısını vurduğu özlem dolu o anlarda
Hasreti özleme kavuşturan
Özlemi vuslata dönüştüren o suskunluğumuz değeri anlaşılır pırıl pırıl
Gözlerimizde mutluluğun cennet kokusu yansımaya başlar
Hüzün dolu o bakışlar sessiz terk edilişlere takılı kalır
Bir o kadar da yok oluş eklenir yok olur gider
Mehmet Aluç
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Yayınlarım
Bugünü Elinden Alına Adam Geleceği İçin Ne Yapabilir?
Bugünü Elinden Alına Adam, Geleceği İçin Ne Yapabilir? Cevaplarınızı bekliyorum. Mehmet Aluç
-
1847’de Manisa'nın Kırkağaç ilçesi Gelenbe kasabasında dünyaya geldi. 1912'de aynı kasabada yaşamını yitirdi. Asıl ismi Mehme...
-
Aşık Reyhani 1932 yılında Hasankale'nin Alvar köyünde doğdu. Asıl adı Yaşar Yılmaz'dır. İran'dan göçen babası ...
-
Yunus gelirde hakka doğru yürünmez mi? Gözlerde yaş akarda Yunus görmez mi? Hak yolda hakla olan Yunus görünmez mi? Hak yol...