Bu Blogda Ara

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Gez Ummanı




Gönüle girmek değildir kolay
Gönül arayanlar vardı ummana
Girmek istersen gönüle sen
Gez ummanı gir gönüle anla değerini

Gönül bulunmaz çamurlu yollarda
Gönüle girilmez viran bağlarda
Bülbül figanın işit anla  gül bağında
Gez ummanı gir gönüle anla değerini

Nurdan yapılı cümlenin gönülleri
Kırma sakın kırarsan olmaz gülüşleri
Rahman bakmaz yüzüne kara olur yüzlerin
Gez ummanı gir gönüle anla değerini

Gönüllere giremem dersin ağlarsın
Gönülleri yıkarsın gezersin anlamazsın
Halin görmez halim ne olacak dersin
Gez ummanı gir gönüle anla değerini

Hiç bir zarar gelmez sana dosttan
Gonca güllerle dolu olsun bostan
Gönüllere sev gir ol sevgin olsun destan
Gez ummanı gir gönüle anla değerini


Kul Mehme’tim seyyah eyle gönülleri
Kötü söz ile konuşmasın kulların dilleri
Merhametli gönülden olsun  sözleri
Gez ummanı gir gönüle anla değerini
Mehmet Aluç



Kaptanı Derya Piri Reis 2. Bölüm





-Çok doğru söyledin.

-Sözümü bitirmedim daha.
-Özür dilerim
-Evlilik bir arada olmak ve araya bazen mesafe koymaktır her birisi ayrı olmalıdır.
-Ayrı olursa, kargaşa ve kargaşa çıkmaz mı?
-Çıkmaz, nasıl ki her iki ağaç, başkasının gölgesinde, gölgelenmeyip kendi gölgesinde gölgelenerek, beraberce büyürse, yani tek başına ama beraberce herkesin fikri olmalı ama müdahale olmamalıdır. Müdahale ve baskı evliliği ve sevgiyi bitiren ve aşkı öldüren bir bıçaktır evladım, hem de kör paslı bir bıçak ki ölüme kadar götüren bir bıçak.
-Bunu nasıl yapmak gerekir?
-Bu evlilikte, önemli olan ihtiyacı olanı karşılamak dan ziyade boşluğu doldurmaktır. Arayarak onun kalbindeki, gönlündeki boşluğu sevginle, karşılık beklemeden usanmadan doldurmaktır. Kulu, kölesi olacak gibi değil; biliyorsun sadece ALLAH a kulluk edilir.
-Çok zor Kaptanı derya babam çok zor böylesi bir aşk bulmak veya yaşamak!
-Yani kendini aşka, aşkı yaşamaya layık görmüyorsun? 
-Bu anlaştığın gibi ise bilemiyorum!
-Böylelikle hem kendini hem de sevdiğini, çocuklarını yani aileni ve aynı zamanda toplumun temel taşlarını sağlamlaştırmış olacaksın. Çocuklarında bu aşkı görerek gereken dersi alacaktır.
-Çocuklarımıza nasıl öğreteceğiz?
-Öğretemezsin. Çocuklara sahip olursunuz ama onlar sizin değillerdir sevginizi verirsiniz düşüncelerinizi gerçek manada veremezsiniz, onların ruhlarına müdahale edemezsiniz, herkesin ruhu farklıdır, görür, yaşar alır veya almaz önemli olan herkes rolünü gerçek manada oynaması ve kendinden bir şeyler katmasıdır. Bu katmanın sonunda alkış olmasa bile, alkış beklenerek yapılan rolden kimse bir şey alamaz ve hayatına katamaz ve yol harikası çıkaramaz.
-Şimdi anladım. Ferhat ile Şirinin aşkını, Leyla ile Mecnunu. Günümüzde, aramak için vakit yok ki geçim derdinden; önce yıllarca okuyacaksın iş bulacaksın, evlenmek için görücü usulü veya beğendiğin kızla evleneceksin, elektrik, su, parası, internet parası, yeni çıkan telefonlara yetişememe devamlı yenileme için dünyanın parasını ver..? Aşkı arama yaşı gelene kadar okullarda o kadar sınav ve gerginlik anlaşılması zor, o kadar dersler var ki ve bunun sonunda hele de iş bulma kâbusu var ki, zaten o ne varsa alıp götürüyor bedenimizde.
- Bu dediğin Ferhat ile şirin gününüzün aşıklarımı?
-Özür dilerim.Evet
-. Aşk, korkmaya ve korkutulmaya gelmez gerçek aşk, korkularak aranacak aşk değildir.
Seyit han gülerek başını öne eğdi.Sözün yönünü değiştirdi.
-Çok zormuş kaptanı derya hayatın senin.
-Doğrudur evladım,gittiğim her ülkede sokaklarında hüzün vardı,gözyaşı ve ölüm vardı,ben ve tayfam neşe huzur getirdik Allah'ın izni ile bre evlat.Bre küstah kıskananlar düşman ile birlik olanların sözleri ile idam edildim bre evlat,gaflet içinde yaşayanlar anlayamaz zaten beni,sözlerimi halimi ayan beyan etmeden...
-Kapatan derya paşa babam,tarih zaten sizi biliyor,devletler yıkılır yenisi gelir lakin sizin gibisi bir daha gelmedi ve gelemez de, siz fetihlerle şerflendiniz, insanları zulümden kurtardınız bu size ziyadesi ile yeterde artar.
-Zaten evlat biz üzerimize libas diye kefeni giydik de bu yola serimizi koyduk, dost güçsüz düşman kavi olduğunu anladığı an karşısın da hep bizi buldu,hayalleri olup da yolda kalanların,hayallerine kavuşmaları için kapalı yollarını açtık bre evlat.

Denizde usta olan piri reis balık tutmak da usta idi.Seyit han hiç balık tutamamıştı.Tekrar geri dönerek kulübeye doğru ormanın içinde yürüyerek gittiler.
Piri reis anlatırken yaşıyordu adeta aynı sahneleri

-Evladım içimdeki hasreti söndürdün .Bana kardeşim oruç reisi hatırlattın, kardeşim İlyas Reis ile birlikte denizciliğe başladım..Rodos şövalyelerine esir düştü.Esirlikten kurtulunca, Memluklu Sultanı Kansu Gavri'nin hizmetine girdi. Mısır donanması ile birlikte İskenderun Körfezi'nde bulunduğu sırada Rodosluların saldırısına uğrayarak. Korkud Çelebi'nin verdiği bir gemi ile korsanlığa başladı. İtalya kıyılarını yağmaladı.

Yavuz Sultan Selim padişah olunca, Anadolu kıyılarını bırakarak İskenderiye'ye gitti. Cerbe adasına yerleşti. Kardeşime buradan katıldım. Yaptığımız deniz savaşları ile ünü bütün Batı Akdeniz'e yayıldı. İspanyol gemileri ile yaptığı savaşta ağabeyim bir kolunu kaybetti. Yavuz Sultan Selim'e hediyeler gönderdi. Yavuz Sultan Selim ise ona elmas kabzalı iki kılıç ve iki gemi gönderdi.Cezayir şehri halkı, kendilerini İspanyollardan kurtarması için Oruç Reis'e başvurdu. Oruç Reis, Cezayirlilerin bu çağrısı üzerine, 1516'da Cezayir üstüne yürüdü. Cezayir'in Oruç Reis'in eline geçmesini istemeyen İspanyollar, şehri almak istedilerse de başarılı olamadılar. Tlemsen'e yerleşen Oruç Reis, İspanyolların ve onlarla işbirliği yapan nefsine hakim olamayan zalimlere, kendi çıkarları ve hakkı için tüm mutluluklardan vaaz geçen ağabeyim oruç reis, buradaki yerlilerin saldırılarına altı aydan fazla dayandı.Daha sonra yanında kalan kırk kadar adamı ile İspanyol hatlarını yardı. Arkasından gönderilen Garcia de Tineo kumandasındaki İspanyol donanması ile Salado ırmağında yapılan savaşta, 1518 yılında Cezayir'de öldü.Şimdi hepsi gözüm önünde geçiyor. Birçok Müslüman olsun, olmasın zülüm altında inleyenleri kurtarmak için gözünü kırpmadan savaşırdı hem de en ön saflarda,yüzlerce yaralanmasına rağmen, kendi canını hep ikinci plan atarak, adamlarının canını birinci planda tutmuştur. Sınırboylarında akıncıların yaptıkları, yıldırma ve fethe hazırlama faaliyetlerini denizde gerçekleştiren cesaret ve kahramanlık timsali deniz kurtlarından biri olan, Oruç Reis, katıldığı muharebede can ve mal endişesi duymazdı. Elde ettiği ganimetleri fakir ve kimsesizlere, leventlerine dağıtır, varını yoğunu cihat ve gaz'a için sarf ederdi. Cömert, âlicenap, yardımsever, merhametli olan Oruç Reis, ciddî ve sertti. Bütün leventleri tarafından, bir baba gibi sevilirdi. Çok iyi bir muharip, tehlikeli zamanlarda en iyi çareleri bulmakta zorluk çekmeyen bir komutandı..Nur içinde yatsın.Barbaros’un 1546′da ölümünün ardından Mısır Kaptanlığı (Hint Denizleri Kaptanlığı da denilirdi) yaptım, Umman Denizi, Kızıl Deniz ve Basra Körfezi’ndeki deniz görevlerinde yaşlandım. Osmanlı donanmasında yaptığı son görev idamıyla sonuçlanan Mısır Kaptanlığım oldu.


Piri reis hüzünlendi.

-Çok doğru hazin son kaptanı derya babam!Mısır Kaptanı sen Piri Reis 1552′de Umman ve Basra üzerine 30 gemiyle çıktığın seferde, Hürmüz Kalesi’ni kuşatmıştın. Portekizlilerden aldığın haraç karşılığı kuşatmayı kaldırdın ve donanmasıyla Basra’ya döndün. Tamire muhtaç donanmayı orada bırakıp ganimet yüklü üç gemi ile Mısır’a döndün, gemilerden birisi yolda battı. Donanmayı Basra’da bırakman kusur sayıldığı için Mısır’da hapsedildin. Basra valisi Kubat Paşa’ya ganimetten istediği haracı vermeyince, Mısır Beylerbeyi Mehmet Paşa’nın politik hırsı yüzünden hakkında padişaha olumsuz rapor verildi ve dönemin padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın fermanı üzerine 1554′ de boynun vurularak idam edildin. İdam edildiğinde 80 yaşının üzerinde olan sen Piri Reis’in terekesine devletçe el konuldu.
-Hazin olan, hayatımın idamla son bulması evladım.Doymak bilmeyen nefislerin ve arzularının esiri olan, Basra valisi Kubat Paşaya hakkı olmayan bir hakkı, vermemenin bana yakışır bir duruşla, karşı çıkmam sonucunda idam edildim. Beni gönüllerde ve tarihte ölümsüz bir hayatının olduğu gerçeğini altını çizmiş ve bu idama götüren yolda dönemin Padişahı olan Kanuni Sultan Süleyman'a karşı konmaz, hırs ve nefis peşinde koşanların raporu ile idam edildim; aslında kendilerini tarihte ve gönüllerde idam edilerek ben piri reisin gönüllerde taht kurmasına neden olmuşlardır. 
-Günümüzde “Piri Reis haritası” olarak bilinen senin çizdiğin harita, 1513 yılında yapıp 1517′de padişaha sunduğun dünya haritasının halen mevcut olan bir parçası olarak duruyor.. Bu parça, Amerika’nın doğu kıyıları, Atlantik Okyanusu, Afrika ve Avrupa’nın batı kıyılarını gösteren haritandır..
-Benim çizdiğim Amerika haritası ve kıtasını, kolomb ben buldum diye sahiplense de,bu tamamen gerçek dışıdır evladım.

-Bende böyle biliyorum kaptanı derya.Orijinali Topkapı Sarayı’nda olan haritan, deve derisi üzerine 9 renkte boyanıp resimlenmiş olup 86cm boyundadır. Üst kısmı 61cm, alt kısmı 41 cm ve sağ yanı boydan boya kopmuştur. Üzeri efsanevi ve gerçekçi resimlerle süslüdür. Haritada üçü küçük, ikisi büyük 5 rüzgar gülü bulunur. Haritanın oluşumu, keşif tarihi ve çeşitli efsaneler hakkında notların haritada yer alır. Osmanlı Sultanı’na sunulacak olması nedeniyle görselliğe çok önem vererek hazırlamışsın. Sunulan haritana göz atan Yavuz Sultan Selim “Dünya ne kadar da küçük” demiştir ve haritayı ikiye bölerek “Biz doğu tarafını kontrol edeceğiz” şeklinde devam etmiştir. Haritanın diğer yarısı hala bulunamamıştır. Trigonometri Bilmecesi Rus tarihçi Sergey Manukov ise sizin1513′de çizdiğiniz haritanın benzerini hazırlamanın ancak dünyanın uydudan çekilmiş fotoğraflarıyla mümkün olduğunu söyledi. Rus uzman, ” Aslında harita da fotoğrafa çok benziyor. Sanki, bir uydu aracı çizimi yapılan bölgenin üzerinde dolaşarak fotoğrafını çekmiş. Özellikle güney yarımküre inanılmaz ayrıntılı” dedi.


-Evladım bunda şaşacak ne var ki?İnsanı mükemmel hücreler içinde yaratan ALLAH ben kuluna nurundan bir parça vererek ilim sahibi yaparak,yarattığı akılla çizmemem vesile oldu.

-İşin içine ve hayatlarına alemlerin Rabbi olan Allah'ı katmayınca her şeye hayret ederler. Bu konuda yerden göğe kadar haklısınız.Hatta Manukov, senin trigonometri bilmeden böyle bir harita hazırlamanın mümkün olmadığını, ancak trigonometrinin 18′inci yüzyılda kullanılmaya başlanmasının şaşırtıcı bir durum olduğunu söyledi. Komsomolskaya Pravda Gazetesi , “Günümüzde bazı haritalardaki yanlışlıkların senin haritana bakılarak düzeltildiği biliniyor. Türk amiral ölümünden yüzyıllar sonra hâlâ konuşuluyor” diye yazdı.
-Evladım Allah'ın hikmetidir bu başka bir şey değil.Şimdi benim idam edilerek başımın vurulmasına gelelim evladım.Bizler Hazreti Muhammed (s.a.v) ümmetiyiz.Peygamber efendimiz kendisine zülüm edenleri,taşlayan taifelileri nasıl merhamet göstererek afetmişse,rahmet peygamberi olmuş ise ;biz padişahlarda ve alimlerde halifelerde Rahmet peygamberi olan peygamberimizi örnek alarak adaletli olarak karar  vermeliyiz.Peygamberimiz zamanında hiçbir suçlunun kafası kesilmemiştir veya ilk defa hırsızlık yapanın eli kesilmemiştir.Hep merhamet nazari ile onları yargılamış hüküm vermiştir. Hırsızlık yapana neden yaptın diye sorar o da geçim için yapacağım bir şey yoktu derdi ve hemen hırsızlığa giden yolları hemen kapatarak bir daha olmasına engel olur ve de hırsızın pişmanlığındaki samimiyetini görür bir daha yapmaması söyler için af ederdi.Şimdi benim dönemimdeki padişahımız Kanuni sultan Süleyman'ın, Peygamberimizin MİMBERİ OLAN SANCAĞI VE HALİFELİĞİNİ koltuğuna otururken Peygamberimizin bu vasfından bi habersiz olduğu için veya nefsine uyarak beni kötü anlatan paşada” kendisini görüp görmediğini düşünmeden ve kendisi de oturduğu makama oturmadan önce peygamberimizi adaletini görüp diğerlerine öğretirken bu Allah'ın hikmeti olan hikmetinde saklı olan sayılardaki hikmetinde ki hikmeti takip edemediği veya takip ederken gözünden kaçırdığı için” adaletten ve vicdandan habersiz paşanın raporuna dayanarak hüküm vermesi vicdansızlığını gözler önüne sermiştir. 1552'de Umman ve Basra üzerine 30 gemiyle çıktığım seferde, Hürmüz Kalesi'ni kuşatmıştım. Portekizlilerden aldığım”Bu bölgede bulunan Müslüman halkın Portekizlilere yardım etmeleri beni çok kızdırdı. Bu kızgınlıkla askerlerine şehri yağmalattım. Bu arada Portekizlilerin büyük bir donanma ile bölgeye yaklaştığı ve Basra körfezini kapatmayı planladıkları haber alındı. Ben bakım ve onarım yapılan donanmamın hazır olmadan denize açılmasını istemedim. Bölgede mahsur kalmamak için donanma ve askerleri geride bırakarak acil olarak üç gemi ile sıkıntılı bir şekilde Süveyş tersanesine donanma merkezine döndüm haraç karşılığı kuşatmayı kaldırdım ve donanmamla Basra'ya döndüm. Tamire muhtaç donanmamı orada bırakıp ganimet yüklü üç gemi ile Mısır'a döndüm,gemilerimden birisi yolda battı. Donanmayı Basra'da bırakmam kusur sayıldığı için Mısır'da hapsedildim.Niyetimin yanlış anlaşılmış ve padişaha bunu izah edemeden ,adaletli yargılanmadan”. Basra valisi Kubat Paşa'ya ganimetten istediği haracı hakkı olmadığı için vermediğimde, Mısır Beylerbeyi Mehmet Paşa'nın politik hırsı yüzünden hakkında padişahımız Kanuni Sultan Süleyman'a olumsuz rapor verdi ve dönemin padişahı olan Kanuni Sultan Süleyman'ın fermanı üzerine 1554'te boynum vurularak idam edildim. Bizler insanların gönüllerini sevgilerini ganimet olarak aldık.Ömrü hayatımda yaptığım en büyük hata padişahım kadim dostum pargalı İbrahim paşayı ve evladı şehzade oğlu Mustafa'yı ve sultan beyazıdı katl ederek öldürmesinin, derin yarası nedeni ile oradaki Müslümanların kendilerine zülüm eden zalimlerce birlik olup bizlere tuzak kurması sonucu onlara zara vermeden sadece mallarını yağmaladım.

-Sultan Süleyman, pargalı İbrahim ile nasıl tanıştı?


-Osmanlı Devletinin en ünlü Devlet adamlarından biri. Kanuni Sultan Süleyman’ın İkinci Sadrazamı. Osmanlı tarihinde “Pargalı, Frenk, Makbul, Maktul” gibi isimlendirmeler ile tanınır.Yunanistan’ın Parga şehrinde doğmuş. Bir balıkçının oğludur. Küçük yaşta Türk korsanlar tarafından kaçırılıp Manisa’da dul bir kadına satılır. Kadın onun iyi bir eğitim almasını sağlar. Keman çalmada çok yeteneklidir. O sıralar Kanuni Sultan Süleyman, Şehzadeliğindedir ve Manisa Sancak Beyi olarak görev yapmaktadır.
Pargalı İbrahim 9-10 yaşlarındadır. Bir tesadüf sonucu geleceğin Osmanlı Sultanı Süleyman ile tanışır ve hayatı değişir. İbrahim bir gün kemanını konuştururken oralardan geçen Şehzade Süleyman müzikten etkilenir ve hemen kemanı çalanın getirilmesini ister. Saraya alınan İbrahim’in eğitimine burada devam edilir. Kısa sürede Şehzade Süleyman’ın dostluğunu da kazanmıştır.Tarih ve coğrafya ile ilgileniyor, Türkçenin yanında çok iyi Yunanca, farsça ve İtalyanca biliyordu. Yavuz Selim öldükten sonra yerine geçen Sultan Süleyman ile İstanbul’a geldi. Bilgisi ve becerisi sayesinde Kanuni ile dostluğunun da etkisi ile Osmanlı Devletinde hızla yükseldi.Kapı Ağalığı, Şahinci Basılığı, Has odabaşı derken, Vezir Ahmet Paşa’nın entrikaları ile Sadrazamlıktan alınan Piri Paşa’nın yerine teamüllerin dışına çıkılarak Sadrazamlığa kadar yükseldi. Aynı zamanda hem Anadolu beylerbeyi hem de Rumeli Beylerbeyliği verilmişti. Bu durum Osmanlı tarihinde nadir görülen bir olaydı.

Vezir Ahmet Paşa, Sadrazamlık beklerken, hızla yükselişinden rahatsız olduğu Pargalı İbrahim onun yerine Sadrazamlığa getirilmişti. Ahmet Paşa Mısır Valiliğine atanmış, atanır atanmaz isyan etmişti. Ahmet Paşa’nın isyanını yıldızı hiç barışmadığı yerine Sadrazam olan Pargalıİbrahim bastıracaktır.1523 yılında Kanuni’nin kız kardeşi Hatice Sultan ile evlenerek Saraya Damat oldu. Artık Damat İbrahim Paşa idi. Düğünleri 15 gün sürmüş, düğün şaşalı şekilde Kanuni’nin kendisi için yaptırdığı İbrahim Paşa Sarayında yapılmıştı. Belgrat’ın fethinde, Rodos’un alınmasında, Ahmet Paşa ve Kalender Şah isyanlarının bastırılmasında önemli rol oynamış, Osmanlı için önemli olaylarda en önlerde yer alması ününe ün katmıştı. Bu durum aynı zamanda devlet içindeki otoritesini de arttırmıştı. Mısır isyanını bastırdıktan sonra Mısır Beylerbeyi unvanını da almıştı.


1526 Mohaç Meydan Savaşının kazanılmasında da önemli rol oynamıştır. Ünü ve gücü biraz şımarmasına sebep olmuş, Kanuni’nin sorgusuz dostlunu suiistimal etmeye başlamıştı. Bu durum onu çekemeyenler için bulunmaz bir fırsattı. Hakkında çıkan, aslında Müslüman değil bir Hıristiyan, derdi hükümdar olmak gibi birçok söylentinin üzerine Mohaç zaferinden sonra Avrupa’dan dönüşte, bir çok heykelle İstanbul’a gelmesi kendisine olan şüpheleri iyice arttırmıştı. Resim ve heykele verdiği önemi, İslam düşmanlığı olarak yansıtmaya çalışıyorlardı. Kanuni’nin onayı ile heykelleri sarayın bahçesine ve At meydanına koydurttu

Hakkında çıkarılan dedikodulara Kanuni başlarda hiç aldırış etmiyor, gönülden bağlı olduğu dostuna çok güveniyordu. Bu karışık dönemde ailesinin Yunanistan’dan gelmesi, babasının Müslüman olup Yunus adını almasından sonra Sancak Beyliğine getirtmesi de hakkındaki dedikoduları iyice arttırmıştı. (Haşim Şahin)
Avrupalı elçiler ile o görüşüyor, kritik anlaşmalarda Osmanlının gücünü diplomatik olarak da gösteriyordu. Kanuni’nin gözünde saygınlığı en üstlerde çıkmıştı. Kanuni, Damat İbrahim Paşa’nın gelirini 3 milyon akçeye çıkardığını tüm devlet erkanının huzurunda duyurarak kadim dostunun onurunu okşamak istediğinde, bulunduğu mevki ve gücünün etkisi ile 3 milyonu beğenmeyip “Fatih Sultan Mehmet, Sadrazam Mahmut Paşa’ya 4 milyonluk haslar verdiğini” söyleyerek şımarıklığını belli edecek, Kanuni’de altta kalmayıp, “Onlar İstanbul’u fethettiler, Onlar ile kendimizi bir tutmak haddimiz değil” diyerek cevap verecekti.İbrahim Paşa askeri başarılardan sonra görüştüğü elçiler ile devletin kudretinden bahsettikten sonra bulunduğu mevkiinin yüksekliğini vurguluyor, “Padişahın iki mühründen biri bende. Devleti ben idare ediyorum, benim tas diklemediğim hiçbir iş olamaz” devlet içindeki, nüfusu ile böbürleniyordu.Avusturya ile yapılan 1533 İstanbul Antlaşmasında , Avusturya Kralının Osmanlı Sadrazamına (yani kendine) denk sayılması, İbrahim Paşa’yı iyice gururlandırmış, kendini Krallar ile Sultanlar ile denk olarak görmeye başlamıştı. 1534’deki Saf eviler üzerine üzerine yapılan Irak Seferi İbrahim Paşa için ikinci bir dönüm noktası idi. “Serasker Sultan” unvanı verilmişti. Bu unvanı alan ilk kişi idi. Artık kendi adına fermanlar yazıyor, “Sultan İbrahim” diye imzalıyordu.Paşa’nın Irak seferi sırasındaki asıl amacının İran’ı ele geçirip, Osmanlıya bağlamak başına da kendisinin geçmek istediği düşünülüyordu.Nitekim başlangıçta seferin yönü Bağdat iken orduyu Tebriz’e yönlendirmiş, alt yapı hazırlığı yapılmadan yapılan uzun yürüyüş, orduyu yıpratmış, İran Şah’ı yaklaşınca da Erzurum’da bulunan Kanuni’den yardım istemek zorunda kalarak amacına ulaşamadığı düşünülüyordu.
Yanında bulunan ancak ters düştüğü Defterdar İskender Çelebiyi öldürtmesi, sarayda ona karşı olan muhalefetin sesini iyice yükseltmesine sebep olmuştu. Bu tepkilerden artık Padişah ta etkilenmeye başlamış, kadim dostu ile arasına mesafe koymaya başlamıştı. Damat İbrahim Paşa’nın bir de Şehzade Mustafa’yı desteklemesi belki de ona en büyük düşmanını kazandırmıştı. Hürrem Sultan’ı. Hürrem Sultan bütün gücü ile Paşa’nın aleyhinde çalışıyordu. Paşa’nın Hatice Sultan ile ilgilenmediği, bazı cinayetleri gizlediği, hediye gönderilen Kuranı Kerimleri kabul etmediği, gizli Hıristiyan olduğu, devletin parasını müsrifçe harcadığı söylentilerine artık Kanuni de inanmaya başlamış ve eski dostu ile ayrılmanın vakti geldiğini düşünerek onu öldürtmeye karar vermişti.
1536’nın Mart ayında iftar için saraya çağrılan İbrahim Paşa, iftardan sonra bir odaya çağrılarak, daha sonra Şehzade Mustafa’yı da boğdurtmakta kullanılacak dört sağır ve dilsiz cellat tarafından boğdurulacaktır.1553'de Şehzade Mustafa olayı yaşandı. Mustafa, I. Süleyman'ın Mahidevran Sultan'dan olan ilk çocuğudur. Şehzade Mustafa yetişkinliğe ulaşınca Osmanlı geleneğine uyarak Amasya'ya vali olarak gönderildi..Yine gelenek olduğu üzere annesi Mahidevran,Sultanda;oğluyla birlikte Amasya 'ya gitti.Şehzade Mustafa'nın I. Süleyman'ın en büyük oğlu olması ve sevilen bir şehzade olması nedeniyle babasından sonra tahta çıkması bekleniyordu. Ancak Mustafa, babasına bir süre sonra ayaklandı. Bir süre sonra büyük bir tehlike haline gelirken 1553 yılında Ereğli ovasında boğduruldu. Devrin ikiyüzlü vezirlerinin kışkırtması, teşviki ile padişaha asi olan Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Sultan Bayezid, Doğu Anadolu’da gönderilen orduya yenilerek, on bin askeri ile İran’a sığınmıştı.İran Şahı Tahmasp, kendisine sığınan bu Türk Şehzadesini, önce çok iyi karşılayıp ağırlamıştı. Daha sonra Padişah Kanuni Sultan Süleyman, çok değerli hediye vaat ettiği mektupla, Tahmasp’tan, oğlunun katledilmesini istemişti. İran Şahı Tahmasp önceleri Bayazıd’ın eline geçmesini büyük fırsat olarak görür ve Kanuni’den taviz üstüne taviz kopartır. Şah, Kanuni’den oğlunun idamı için bin türlü istekte bulunur, örneğin Kars’ı dahi ister. Gönderilen hediyeler ve Kanuni’nin baskısı ile en sonunda, kendisine sığınan Şehzade Beyazıt’ı, oğlu Orhan’ı ve on bin askerini katletti.Padişah Kanuni Sultan Süleyman, oğlunu öldüren Tahmasp’a bir teşekkür ifadesi olarak, üç kere yüz bin altın , yüz bin miktarı tam ayarlı altın ve çeşitli hediyeler, seçkin pişkerler, hesaba gelmez şeyler hazırlanarak vezir vükela ile Tahmasp’a verilmek üzere Başkent Kazvin’e ulaştırıldı.(5)Tüm bu anlatıklarını bir bir hissederek ve yaşayarak tekrardan yaşıyordu piri reis.Hüzün çöktü.Oturdu kayanın üstüne gözlerinde akan yaşları kolları ile sildi..Şimdi Allah'ın hikmetini ve hikmetini ortadan kaldıran gidişattaki bozuk olan düzeni düzeltmek için feda ettiğim benim hayatımı ve idam edilmemde ki sonucu harmanla ve sonucunu kendin çıkar evladım.Aslında onlar beni değil, kendilerini ve adalete olan değerlerini hiçe sayarak kendilerini idam ettiler,ben hakkı olmayan ganimetten pay isteyen paşaya vakarlı ve adaletsizliğe olan adaletli, duruşumu hazım etmemesi sonucunda beni acımasızca idam etmişlerdir. Beni gönüllerde unutulmayacak bir yere getirmişlerdir.Şimdi sen git bunları hazırlayacağın tezine yaz ve insanlara anlat, eğriyi ve doğruyu bilsinler bende mezarımda kemiklerim sızlamadan yatayım evladım.

Kaptanı derya bir anda gözden kayboldu.Adanın etrafını defalarca dönen ve arayan seyit han ondan ayrılmanın üzgünlüğü ve aradığı gerçeği ve tezi için bulduğu bu altından kıymetli gerçeği bulmanın hazzı içinde gördüğü rüyadan ve uykudan uyandı.Gülücükler açan yanağındaki güllerle, masadaki kağıt ve kalemi alarak gerçekleri ve tezini yazmaya başladı

”Birbirinizi sevmedikçe; iman etmiş olmazsınız,iman etmedikçe; cennete giremezsiniz” ALLAHU EKBER diyorum,başak diyecek bir şey demiyorum.
[Müslim, Ebu Davud, Tirmizi] hadisini Bilimsel olarak açıklaması budur,tabi anlayana diyerekten,ve en son noktayı koydu.

Mehmet Aluç


Kaynak:
 http://www.metin1.net/piri-reis-ve-haritaları/)
İslam Ansiklopedisi (cilt 9, sayfa 503, MEB 1964)
Osmanlı Tarihi (Ord.Prof. İsmail Hakkı Uzun çarşılı, cilt II, sayfa 397, TTK 1983)
 http://www.rehberim.net/forum/tarih-rehberim-217/872177-kanuni-sultan-suleymanin-pargali-ibrahimi-oldurme-sebebi.html#ixzz2KpXzTmeO
http://www.shodb.gov.tr/pirireis/oturumlar/bilim_adami_yonu_piri_reis.htm
       Sitedeki yazıların tüm hakları ve sorumluluğu yazı sahiplerine aittir. Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Aksi davranışlara karşın yasal işlemlere başvurulacaktır.

Ne Kalandır


Ey gönlüm yarden yükseğe bakma
Yarden gayrı gönül sana haramdır
Ela gözlü yarin yüreğini yakma
Sevgiden başka gönülde ne kalandır

Bak ela gözlü yarin yanağı kızarmış
Gonca gül gibi gönlü çiçek açmış
Gülen gözleriyle sana bakarmış
Aşk’dan  başka gönülde ne kalandır

Bak gözlerine odur senin sultanın
Bak gönlüne odur senin canına canın
Öp bir bal dudağında  odur senin pınarın
Güzellikten başka ömürde kalan nedir

Kul Mehmet’im hepimiz Allah’ın kuluyuz
Sevdiğimiz yar için umut dolu yoluyuz
Saçın teline zarar gelmesin diyen canıyız
Gönül sevmekten güzel ne vardır ömürde
Mehmet Aluç


Rüyalar Üzgün Yarınlar Yorgun



Merhamet ne zaman parıldayacak şakaklarımızdan
Gülümseme ne zaman gülümseyecek gönüllerimizde
Nedir bu bedenlerin baygınlığı aymazlığı gözlerde
Rüyalar üzgün yarınlar yorgun gönüller kayıp

Dağları delen merhamet gömülmüş mezarlara
Karanlıktaki ömürler bekler hasret ile merhameti
Fısıldarken kulaklara benlik sözleri vicdansızlığı
Rüyalar üzgün yarınlar yorgun gönüller kayıp

Şehadet ile can verenler geride bıraktıkları yokluk içinde
Rahmana secde ile canını vermek için koşanlar mezarında üzgün
Dilince ayet ayet inci merhametle gönülleri sevenler gitti bizlere küs bakar
Rüyalar üzgün yarınlar yorgun gönüller kayıp


Kul Mehmetim seccaden secde ile öpsün alnını
Sen merhamet ile sev unutma öp alnında yarınlarını
Kıyamda bekle gönülleri sil  gülümseme ile gönüldeki ahları vahları
Rüyalar gülümsesin yarınlar dirilişte olsun yorgun gönüller çoşma ile coşsun

Mehmet Aluç

Kendin Ruhumla Aklınla Ör



Ölü bir ırmak gibi sözlerin
hançerler paslı ucu ile gülüşleri
savaş çağrıları estirir bakışların
yatakta öpüşme ile bitmeyen bitmeyen
ölü sarılmalara benzer savaşların
duraksayan hedeflerin bozguna uğramış
ışığı sönmüş gündüzlerin aydınlığında
kötüye aç kapını kendisini görsün karanlığında
düşüncelerini kendin ruhumla aklınla ör
başka düşüncelerle kendini yenileme köle olma gör
Mehmet Aluç


Bir Selam Göndermezsin






ellerin ayakların zincirlemi bağlı
gelmezsin sen ey dost uzaklarda
dağların alev mi aldı zamanın mı durdu oralarda
bir selam göndermezsin ey dost uzaklarda

varlığından nur ışık saçar görünür ufuklarda
Kuran iman ile Resul ile dolaşırsın bozkırlarda
yokluğa değil varlığa yürürsün sen ötelerde
bir selam göndermezsin ey dost uzaklarda

iman ile çürüyen yüreklere umut yeşerten
gönül bahçesinde merhamet ile gezinen
kabirde yatanlara dualarla rahmet gönderen
bir selam göndermezsin ey dost uzaklarda

gel dersin sen uzaklarda gülümseyerek bana
varlığımda çile ile başbaşa kalmışım
dizimdede dermanım yok geleyim sana
bir selam göndermezsin ey dost uzaklarda

toprağa düşen çiğ gibi yağsan sen gönlüme
her gelişinde binbir mevsimleri yaşasam ömrümde
kul mehmet'im gülümserim sana ben gelemem sen gelsen
bir selam göndermezsin ey dost uzaklarda

Mehmet Aluç

Aşığı Görmeyin Sakın Hor



aşk yürekte yanan kor
sen gel bu güzelliği sor
aşksız dünya olur dar
aşığı görmeyin sakın hor


yarsız gönül boştur
yar ile olmak ne hoştur
aşk ile gönlünü coştur
aşığı görmeyin sakın hor


gurbet elde kırık sazımın teli
eser badı sabah hasretin yeli
gözlerin ufukta doğar tan yeli
aşığı görmeyin sakın hor


gurbet elde yarsiz çileler bitmez
yar ile sarılmayan mutlu olmaz
sabır tükenirse dağlar dağ olmaz
aşığı görmeyin sakın hor

bağlamamın sesi ile avundum
derdi çileyi senin için yuttum
hasreti dağlar ardında kovdum
aşığı görmeyin sakın hor

kul Mehmet'im aşksız olurum fakir
aşk'tır akla gönüle yol açan fikir
sensiz gecelerde ben hintli fakir
aşığı görmeyin sakın hor
Mehmet Aluç

Söyle ey güzel




söyle ey güzel cennet bahçesinden mi gelirsin
gülüşlerin bakışın nurlar saçar cennetemi büyüdün
yanağında nurdan elmaslar parıldar cennet bağından mı yürürsün
söyle ey güzel cennet bahçesinden mi gelirsin

dudağından öptüm baldan tatlı cennet hurisimisin
dilin şerbetten tatlı cennet şerbetleri mi içtin den güzel
secde ile eğilir başın selvi gibi cennetten  gelen bülbül müsün
söyle ey güzel cennet bahçesinden mi gelirsin

söyle ey güzel bu güzellik nedir cennete açan gülmüsün sen
seni gören gözlerim bedenim titrer tatlı tatlı cennet balımısın sen
seninle gam tasa elem keder baldan tatlı sen cennete açan goncamısın
söyle ey güzel cennet bahçesinden mi gelirsin

ey güzel al bu gönlümü senin olsun istersen paramparça et
gözümden akan yaşlar seni seven gönlümün sevincidir bunu bil
bal dudağından bir öpücük yine ver cihan gam ile dolarsa dolsun
söyle ey güzel cennet bahçesinden mi gelirsin

kul Mehmet'im ben dünyada böyle güzellik görmedim
cana can katan gülüşü ile gülen güzel sevmedim
cennet kokusu tadı dudağından gelir böyle güzel öpmedim
söyle ey güzel cennet bahçesinden mi gelirsin
Mehmet Aluç

1 Mayıs 2015 Cuma

Sevgi İle Dolu Kalbin Karşılığı Bu Mu Olmalı?





Sevgi İle Dolu Kalbin Karşılığı Bu Mu Olmalı?

Bunca yıl sana aşkı sevgiyi boşuna anlatmışım,sevgisiz hissiz duyguların bakışların ne kadar donuk cansız,seni anlamak mümkün değil! Gözlerinde gönlünde ben vardım sanıyordum inan yanılmışım, şok oldum, bir anda yok oldum sanki hayatında,mutlu olmadan sevgiyi gönlüne almadan nasıl yaşıyorsun bunu bile inan inan hiç anlamış değilim ve hayretler içindeyim!

İnsan karşısındakine bakar bir şeyler öğrenmeye çalışır ...Acılar yüreği yakınca,hayaller yitirilince gözlerden yaş gelmezmiş derlerdi de inanmazdım,çok doğruymuş şimdi anladım ve inandım...

Gözlerimde sana bakarken bir damla sevgine hasret gönlümün feryadını hiç mi görmedin ?İnsan bu kadar hissiz olabilir mi?

Sevgi ile dolu kalbin karşılığı bu mu olmalı? Bilemiyorum! Anlayamıyorum! Gönlümde gurur yoktu bir gülümsesen her şey biter di, ama sen hiç gülmedin ve ben seni terk edip giderken kal demedin. Kal deseydin yinede kalırım seni içim kan ağlayarak, feryadının sesini keserek sevmeye devam ederdim, ama sen hiç bir şey söylemedin ve ben gittim dünyandan, hayallerimle kurduğum dünyamdan...

Demek beni sevmek bu kadar zormuş,canın sağ olsun ...Bir yabancı gibi yıllardır sana harcadığım sevgi ve emeğimi bir kalemde sildin canın sağ olsun...Ben şimdi bir çocuksu küskünlüğümle gidiyorum , sen çocuksu bir sevinçle artık neyi yaşarsan yaşa...
Mehmet Aluç

__________________
Mümin tövbe ile merhamet ister Rabbin'de affı için
Selam ve dua ile...

Sen İman İle Ol



Ömür geçiyor eyvah
sen istediğin kadar çek ah
elvan elvan geçse'de ömür
sen iman ile ol işleme sakın günah

gönülde olursa merhamet sen orada kal
sakın densizlikle olup'da gönüllerde kırma dal
merhamet iman ile gönüller sen sür bir parça bal
sen iman ile ol işleme sakın günah


gönülleri nefret kin ile salma ateşe
iman ile olalım gidelim cennete peş peşe
her vakit yönümüz dönsün kıbleye
sen iman ile ol işleme sakın günah

nefret kini at uçuruma merhamet sende kalsın
imansız kalarak gönüller nefis şeytan ile solmasın
günde beş vakit namaz ile kıbleden yönümüz şaşmasın
sen iman ile ol işleme sakın günah

Mehmet Aluç


Gitmesin Hayat Boşa


Gitmesin Hayat Boşa


Sevda yolunda varsa ayrılık
var git sen doya doya yaşa
kul yaşa neler gele başa
sanma sen ömür geçer boşa
ömür gider sona koşa koşa
iman ile yaşa gitmesin hayat boşa

gönülde olursa tasa
üzülsen de gelecek başa
sabır ile sen bunu karşıla
iyilikler ile dolsun gönülde ki kasa
ömür gider sona koşa koşa
iman ile yaşa gitmesin hayat boşa

kul Mehmet'im iyilikten geri kalma
dertler deryasında gönlünü ümitsizliğe salma
kul hayatta yalnız olduğun sanma
ömür gider sona koşa koşa
iman ile yaşa gitmesin hayat boşa
Mehmet Aluç

Gönül Dostu Yunus Emre

Gönül Dostu Yunus Emre




Yunus Emre'nin İslamiyet'in öz değerinden, içinde yaşadığı bölgedeki kolonizatör Türk dervişlerinde aldığı kavramları kendi düşüncelerinde yoğurarak kendine özgü hümanist düşüncesi vardı. Batıdaki ve Yunus Emre'nin hümanist düşüncesi arasında fark; batıdaki hümanist düşünce; iyiliği ve kötülüğü ile bütün sınırsızlığı ile insanı hedef almışken beşer üstü varlıkları reddeden insanı hedef almıştır. Yunus Emre'deki hümanist düşüncenin hedefi;"ilahi AŞK "ALLAH" merkezli insandır. Sonuç ne olursa olsun, hangi yaşam ve düşünce ne olursa olsun "ALLAH a götürmeli idi.Yola çıkmak için tereddüt içinde kıvranıyordu. Oysa başlamak için yola çıkmak gerekirdi. Yola anlam katan, niçin, neden, kimin için çıkıldığıdır. Amacı, görev değer biçilir,"bülbülün gülün sevgisi ile kendini yitirmiş" sevgisi, olmasıdır. Varılan yer olması için yol olması gerekir ve varılan yere ulaşmak içinde bu var olan yerin birde yolcusu olmalı.Yolcusu, olmayan yollar yol olmaz ki.
Türk milletinin yetiştirdiği en büyük tasavvuf erlerinden ve Türk dili ve edebiyatı tarihinin en büyük şairlerinden biri olan Yunus Emre'nin hayatı ve kimliğine dair hemen hemen hiçbir şey bilinmemektedir. Yunus'un bazı mısralarından,1273'de Konya'da ölen, tasavvuf edebiyatının büyük ustası Mevlana Celalettin Rumî ile karşılaştığı anlaşılmaktadır; buradan da Yunus'un 1240'larda ya da daha geç bir tarihte doğduğu sonucu çıkarılabilir. Bilinen hususlar onun Risalet-ün-Nushiyye adlı eserini H.707 (M.1308) yılında yazmış olması ve H.720 (1321) tarihinde vefat etmesidir.Böylece H.638 (M.1240-1241) yılında doğduğu anlaşılan Yunus Emre XIII. yüzyılın ikinci yarısıyla XIV. yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır.Bu çağ,Selçukluların sonu ile Osman Gazi devrelerine rastlamaktadır.Yunus Emre'nin şiirlerinde bu tarihlerin doğru olduğunu gösteren ipuçları bulunmakta; şair, çağdaş olarak Mevlana Celaleddin,Ahmet Fakıh,Geyikli Baba ve Seydi Balum'dan bahsetmektedir.
Sarı köylü ve Karamanlı oluşu meselesi hala belli değildir. Yüzyıllardan beri halk arasında yaşayan inanca göre O, Sivrihisar yakınında Sarı köy'de doğmuş,çiftçilikle meşgul olmuş,Taptuk Emre adlı bir şeyhe intisap etmiş, tekkelerde yaşamış ve veliliğe erişmiştir. Anadolu'da on ayrı yerde mezarı ( daha doğrusu makamı ) olduğu ileri sürülen Yunus Emre,halk arasındaki inanca ve bazı tarihi kaynaklara göre Sarıköy'de ölmüştür. Orada yatmaktadır.Bugün, Eskisehir-Ankara yolu üzerindeki Sariköy istasyonu yakınında, Yunus Emre'nin türbesi ve bir müze bulunmaktadır.

Yunus Emre, dünya kültür ve medeniyet tarihinde bir merhale olmustur. Kültürümüzün en değerli yapı taşlarındandır. Zira Yunus Emre, sadece yasadıgı devrin değil, çagımız ve gelecek yüz yılarında ışık kaynağıdır. Allah ve cümle yaradılmışı içine alan sonsuz sevgisinden kaynaklanan fikirleri, dünya üzerinde insanlık var oldukça değerini koruyacaktir. Yunus Emre'nin amacı, sevgi yoluyla dünyada yasayan tüm insanların, hem kendileriyle hem evrenle kaynaşmasını sağlamak ve sonsuz yaşamda ebedi hayata doğmalarını sağlamaktır.
Yunus Emre adı, her Türk ve Türk kültürünü tanıyıp seven herkes için bir şeyler ifade eder. Şiirlerinde, her devrin okuyucusu ya da dinleyicisi kendini etkileyecek bir şey bulmuştur. İlk kez Yunus, şiirlerinde büyük ölçüde Türkçe kullanmıştır. Yunus'la birlikte dil, daha renkli, canlı ve halk zevkine uygun bir hale gelmiştir. Gerçi şiirlerinin bir çoğunda, aruz veznini kullanmıştı, fakat en güzel ve tanınmış şiirleri Türkçe hece vezniyle yazılmıştır. Böylece, şiirleri kısa zamanda yayılarak benimsenmiş ve ilahi olarak da söylenerek günümüze dek ulaşmıştır.
Elinde Yunus Emre'nin hayatını ve şiirlerini okuyan Mehmet:

            Bu bir acaip haldir bu hale kimse ermez
           Alimle davi kılar, Veli değme göz görmez
   İllim ile hikmet ile, kimse ermez bu sırra
   Bu bir acaib sırdır, ilme kitaba sığmaz

 Alem ilmi okuyan, dört mezhep sırrın duyan
 Aciz kaldı bu yolda, bu aşka el uramaz
Yunus canını terk et,bildiklerini terk et
Fena olmayan suret, şahına vasıl olmaz

Unuttum din diyanet, kaldı benden
Bu ne mezheptir, dinden içeri
Dinin terk edenin küfürdür işi
Bu ne küfürdür imandan içeri
Geçer iken Yunus şeş oldu dosta
Ki kaldı kapıda andan içeri

Yunus bu cezbe sözlerin cahillere söylemegil
Bilmez misin cahillerin nice geçer zamanesi

Ey sözlerin aslın bilen, gel de bu söz kandan gelir
Söz aslını anlamayan, sanır bu söz benden gelir
Söz karadan aktan değil, yazıp okumaktan değil
Bu yürüyen halktan değil, halık avazından gelir


   Canım kurban olsun senin yoluna
            Adı güzel kendi güzel Muhammed
             Şefaat eyle bu kemter kuluna
            Adı güzel kendi güzel Muhammed


               Dört caryar anun gökçek yaridur
             Anı seven günahlardan beridur
              On sekiz bin alemin sultanıdur
             Adı güzel kendi güzel Muhammed




Bu siir ile kendinden geçerek mest oldu.Tek varlık Allah'dır. Allah bütün bilinen ve bilinmeyen alemleri kapsamıştır, tektir, önsüz sonsuzdur, yaratıcıdır. Eşi, benzeri ve zıddı yoktur.Bilinen ve bilinmeyen tüm evren ve alemler onun zatından sıfatlarına tecellisidir.Alemlerdeki tüm oluşlar ise onun isimlerinin tecellisidir. Her bir hareket,iş,oluş(fiil) onun güzel isimlerinden birinin belirişidir.Bunu halka şiirleri anlatan
Yunus Emre'ye hayran kaldı.
Elindeki kitabı masanın üstüne bıraktı.Dışarıya çıktı,kainatı seyretmeye başladı gönlünde, Yunus Emre'nin sözlerini düşünerek.
Az ilerde gelen ak saçlı sakallı yanına yaklaşarak kainatı seyreyleyen Mehmet'in yanına gelerek.

-Evladım ne yapıyorsun?
Sözleri ile irkilen Mehmet
-Dedem hoş geldin,biraz önce gönüllerin dostu Yunus Emreyi okudum sözlerini düşünerek alemi seyrediyorum.

-Seyrederken ne görüyorsun evladım ?
-Yüce Allah'ın kudretini dedem,Yunus Emre'nin gönül güzelliği ile alemi seyrederek insanlara imanı hakikatı anlatmasının güzelliğini.Keşke bende onun zamanında onun yanında olsaydım.
-Çok mu istiyorsun evladım onu görmeyi?
-Evet hemde çok,kusuruma bakma dedem sen kimsin,sen ne güzelsin heğ gülümsüyorsun,hem üstündeki kıyafetler çok eski zamanın elbiseleri,elbisen yoksa gel benimle evime gidelim san ikramda bulunayım,hemde kıyafetlerini değiştirmiş oluruz dedem.
-Evladım elbisenin en önemi var?İman ile bedeni örtmedikten sonra.
-Çok güzel söyledin dedem.
-Sen şimdi beni dinle evlat
Geze geze yolum düştü, sabahın sinleri gördüm Mezar
Karışmış kara toprağa, şu nazik tenleri gördüm
Çürümüş toprak içre ten, sin içinde yatar pinhan Gizli
Boşanmış damar akmış kan, batmış kefenleri gördüm

Yıkılmış sinleri dolmuş, hep evleri harâb olmuş
Tüm işleri öyle kalmış, ne beter halleri gördüm
Yaylalar yaylamaz olmuş, kışlalar kışlamaz olmuş
Paslanmış söylemez olmuş, ağızda dilleri gördüm

Kimisi zevk ve işrette, kimi saz ve eğlencede    Yasak eğlence partisi
Kimi belâ ezziyette, kararmış günleri gördüm
Akıp gitmiş kara gözler, belirsiz olmuş ay yüzler
Kara toprağın altında, gül derer elleri gördüm

Kimisi boynunu eğmiş, tenini toprağa salmış
Anasına küsüp gitmiş, boyun buranları gördüm
Kimi çığlık çığlık ağlar, zebaniler canın bağlar
Tutuşmuş sinler ateşe, çıkan dumanları gördüm

Yunus bunu nerde gördü, gelip bize haber verdi
Aklım vardı bilim şaştı, nitekim bunları gördüm
Sabah kabristana vardım, gördüm cümle ölmüş yatar
Her biri çaresiz kalmış, ömrünü bitirmiş yatar

Vardım bunların katına, baktım ecel heybetine
Nice yiğit muradına eremeden ölmüş yatar
Yemiş kurt kuş bunları ki, nicelerin bağrın deler
Ufacık yeni yetmeler gül gibice solmuş yatar

Tuzağa düşmüş tenleri, Hakk’a ulaşmış canları
Görmez misin sen bunları, nöbet bize gelmiş yatar
Dökülmüş inci dişleri, dökülmüş sarı saçları
Bitmiş bütün teşvişleri, çamurda erimiş yatar Fitne- kargaşalık,

Gitmiş gözünün karası, hiç işi yoktur durası
Kefen bezinin pâresi kemiğe sarılmış yatar
Yunus gerçek âşık isen, mülke sûret bezemegil Güzellik vermeye çalışma
Mülke sûret bezeyenler kara toprak olmuş yatar

Yeryüzünde gezer idim, uğradım milketler yatar   Varlıklı
Kimi yaşlı kimi çocuk, kuşağı pek berkler yatar     Sıkı
Kimi yiğit kimi koca, kimi vezir kimi hoca
Gündüzleri olmuş gece, onlar gibi çoklar yatar

Doğru varırdı yolları, kalem tutardı elleri
Bülbüle benzer dilleri danışman yiğitler yatar

Büyük küçük ağlamışlar, server yiğitler düşmüşler    Büyük, ünlü
Baş ucunda yay kırmışlar, kurulmuş ne oklar yatar

Atlarından bulut tozan, önlerinde davul çalan
Ele güne hükmü geçen ne muhteşem beyler yatar
Gece gündüz oğlancıklar söyler iken bülbül gibi
Ayrılmışlar, anaları mezarını bekler yatar

Elleridir kınalı hep, hizmetçileri şeker- leb      Şeker dudaklı
Kargı gibi uzun boylu, gül yüzlü hatunlar yatar
El bağlamıştır hepisi, Tanrısındandır umusu
Kuma gitmiştir kimisi, evlenmeden çoklar yatar

Yunus bilmez kendi halin, Tanrıdır söyletir dilin
Bir nicesi yeni gelin, ak değirmi yüzler yatar
Sana ibret gerek ise gel göresin kabirleri
Taş olsan da eriyesin bakıp görünce bunları

Şunlar ki çoktur malları, gör nice oldu halleri
Sonucu bir gömlek giymiş, onun da yoktur kolları
Hani mülke benim diyen, köşk ve saray beğenmeyen
Şimdi bir evde yatarlar, taşlar olmuş üstünleri                 Sütun, direk


Bunlar eve girmeyenler, zühd-ü taat kılmayanlar               Dinin gerekleri
Bu beyliği bulmayanlar, zira geçti devranları
Hani ol şirin sözlüler, hani ol güneş yüzlüler
Şöyle kayıp olmuş bunlar, hiç belirmez nişanları

Bunlar bir vakt beyler idi, kapıcılar korlar idi                        Vakit, zaman
Gel şimdi gör bilmeyesin, bey hangidir, ya kulları?
Ne kapı vardır giresi, ne yemek vardır yiyesi
Ne ışık vardır göresi, gece olmuş gündüzleri

Bir gün senin dahi Yunus, benim dediklerin kala
Seni dahi böyle ede, nitekim etti bunları
Geldi geçti ömrüm benim yel esip de geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir, göz açıp da yitmiş gibi

İşbu söze Hak tanıktır, bu can gövdeye konuktur
Bir gün çıka gide kafesten kuş uçup gitmiş gibi
Miskin adem oğlanını benzetmişler ekinciye
Kimi biter, kimi yiter, yere tohum ekmiş gibi

Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm               Alevsiz yanmak
Yiğit iken ölenlere, gök ekini biçmiş gibi                               Olmamış, yeşil ekin
Bir hastaya vardın ise, bir içim su verdin ise
Yarın orda karşı gele Hak şarabın içmiş gibi


Bir fakiri gördün ise, bir eskice verdin ise
arın orda sana gele Hak şarabın içmiş gibi
Yunus Emre bu dünyada iki kişi kalır derler
Meğer Hızır İlyas ola, Âb-ı hayat içmiş gibi                  Ölümsüzlük veren hayat suyu


Ey yarenler ey kardaşlar ecel ere ölem bir gün
İşlerime pişmân olup kend’özüme dönem bir gün
Yanlarıma kona elim, söz söylemez ola dilim
Karşıma gele amelim, ne yaptımsa görem bir gün

Oğlan gider danışmana, çağrıdır dosta düşmana
Şol dört tekbir namaz ile ömrüm tamamlayam bir gün               Cenaze namazı
Beş karış bezdir giydiğim, yılan çıyan yiye tenim                            Kefen bezi;
Yıl geçe devrile sinim, unutulup kalam bir gün

Başıma dikeler hece, ne gündüz bilem ne gece                            Mezar taşı yazısı;
Alemler ümidi hoca, sana ferman olam bir gün
Yunus Emre sen bu sözü dahi tamam etmemişsin
Tek yürüyeyim neyleyim, üstadıma gelem bir gün

Sen bu cihan mülkünü kaftan kafa tuttun tut                      Kaf dağından kaf dağına
Ya bu âlem malını, kumar ile uttun tut
Süleyman’ın tahtına keyifle oturdun bil
Devlere perilere hükümleri ettin tut

Firavn’ın hazinesin Nûşin-revan genciyle                          İran hükümdarının hazinesi
Karun malına katıp sen malına kattın tut
Bu dünya bir lokmadır, ağzında çiğnenmiş bil
Çiğnenmişe ne yutmak, ha sen onu yuttun tut

Ömrün senin ok gibi yay içinde dopdolu
Dolmuş oka ne durmak, ha sen onu attın tut
Her bir nefes kim gelir, keseden ömr eksilir
Çün kese ortalandı, sen onu tükettin tut

Çün denize garkoldun, boğazına geldi su
Deli gibi deprenme, ey biçare battın tut
Yüz yıllar hoşluk ile ömrün olursa Yunus
Sonucu bir nefestir, geç ondan da üttün tut                              Geçmek, uçmak


Niceler bu dünyada günahını yuyamaz
Ömrü geçer yok yere, bir acımaduyamaz
Bir nice kişilerin gaflet gözün bağlamış
Hak yoluna der isen bir yufkaya kıyamaz yufka ekmeğe

Bu dünya bir gelindir yeşil kızıl donanmış
Kişi yeni geline bakmaya hiç doyamaz
Ey nice aslanları alır aktarır ömür
Azrail pençesine, bir yoksulca duramaz

Var şimdi miskin Yunus, uryan olup gir yola çıplak
Yüz çukallı gelse de, yalıncağı soyamaz Zırhlı;           Yalın ayaklı
Bu dünyaya gelen kişi âhır yine gitmek gerek                 Sonunda
Misafirdir vatanına bir gün sefer etmek gerek

Vade kıldı ol dost bize, biz bu cihana gelmeden
yleyse ne eğleniriz, ol vademiz yetse gerek
Biz de varırız ol ile, kaçan kim vademiz gele                     Kaçınırsın ki
Kişi varacağı yere gönlünü berkitse gerek

Can neye ulaşır ise akıl da ona bağlanır
Gönül neyi sever ise dil onu şerhetse gerek                      Açıklamak, anlatmak
Aceb midir aşık kişi maşukunu zikrederse                               Sevileni
Aşk başından aştı mı bir, gönlünü zâr etse gerek             Sesli ağlamak

Yunus şimdi sever isen sevgiliyi anlat bize
Âşıkın oldur nişanı, maşukun ayıtsa gerek                    Sevdiğinden bahsetse
Gerekmez dünyayı bize, çünkü hayat sonsuz değil
Bir kul bin de yaşar ise ölünce bir saat değil

Bu dünya kahır evidir, nice ömürler eritir
Cennetten huy al eykişi, yalan yanlış gaybet değil

Şol senin mümin kulların, dünya zındanı onların
Bu dünyada mümin olan, keyif süremez, şâd değil                   Neşeli;

Burda zalimlik eyleyen, nefsini hırsla doyuran
Yüzleri kara görürsün, öz canları rahat değil
İnsanlar ki eren ona, dün gün taat kılan ona Gece;                    İbadet
Verilir cennet onlara, zira biliştir yâd değil                                Yabancı

Yunus miskin mestanesin, sen seni gör ko bunları                       Sarhoşça
Dünyada gösteriş yapmak kişiye iyi ad değil
Seni Hak’tan yığanı her ne ise ver gider
Ne beslersin bu teni, sinde kurt kuş yer gider                               Mezarda

Ölene bak gözün aç, dökülür sakal-u saç
Yılan çıyan gelir aç, yiyip içip sır gider
Bize bizden ulular, çokça iyi huylular
Şol iyi amelliler haber böyle der gider

Haramdan kes elini, gaybetten çek dilini                             Dedikodu, arkadan konuşmak
Azrail el’ermeden bu dükkanı dir gider                              Kapatmak, dürmek
Ecel erer kurur baş, tez tükenir uzun yaş
Düpdüz olur dağ ve taş, gök dürülür yer gider

Çün can ağdı bedene, yarağ et ahırete İyi şeyler biriktir
Tanla duran taate, Tanrısına er gider Tan vakti;                 İbadet;
Miskin Yunus ölecek, sini nurla dolucak
İman yoldaş olucak, ahırete şîr gider Aslan gibi
Mana eri bu yolda melûl olası değil Elemli
Mana duyan gönüller asla ölesi değil
Ten fanidir can ölmez, gidenler gene gelmez
Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil

İnci seven gönüller yüz bin yol gider ise
Haktan nasib olmasa, nasib olası değil
Sakın ki yarin gönlü sırçadır sımayasın Camdandır, kırmayasın
Sırça sındıktan geri, bütün olası değil Kırıldıktan sonra

Çeşmelerden bardağın doldurmadan kor isen
Bin yıl orda dursa da, kendi dolası değil
Şol Hızır ile İlyas Ab-ı hayat içtiler
Bu birkaç gün içinde, bunlar ölesi değil(*)

Yarattı Hak dünyayı, peygamber dostluğuna
Dünyaya gelen gider, bâki kalası değil
Yunus gözün görürken yarağın eyle bugün                    Gerekli şeyler, araç
Gelmedi ora giden, geri gelesi değil

Mehmet dedenin bu kadar güzel Yunus Emre şiirini okumasına hayran kaldı.
-Dedem sen ne güzel okudun,hemde bu ihtiyar yaşınla hiç bir mısrayı atlatmadan okudun.
-E evladım, miskin Yunus olmak kolay değil.
Mehmet bir an şaşırdı,afaladı.
-Si...Sii...Siz!Siz Yunus Emre'misiniz?Aman Allah'ım!
-Evet evladım ötelerde beni seven o can dostumu görmeye geldim.
-A...Ama...Na..Na..Nasıl!Nasıl olabilir?
-Rahman izin verince her şey olur evladım.
Allahu ekber,sana şükürler olsun Rabbim, gel ey gönüllerin sultanı gönlümün güzel tacı Yunus Emre dedem,gel sen hoş geldin sefalar getirdin!
Sevinç ve neşeden ne yapacağını şaşıran Mehmet,hürmetle Yunus Emren'in eline uzandı.Yunus Emre elini çekerek o na sarıldı.Bu sarılma ile Mehmet'in içi huzur ile doldu.Beraberce kapıdan içeriye girdiler.Kanepeye oturdu Yunus Emre,Mehmet ise dizinin dibime oturdu.Hayranlıkla nur yüzüne bakarak.
Mehmet hemen:
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır

Okumaktan murat ne
Kişi Hak'kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir

Dört kitabın ma'nisi
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır

Yiğirmi dokuz hece
Okursun uçtan uca
Sen elif dersin hoca
Ma'nisi ne demektir

Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir
-Yunus dedem ,bende bu sözlerine uymak ve Rahmanın ve gül kokan resul rızası almak için okumaya devam ediyorum,şu anda üniversite ikinci sınıfta edebiyat okuyorum.
Yunus Emre gülümsedi .
-Maaşallah evladım Maaşallah...

*Bir insana böylesi büyük görev ve anlam yüklenir mi? Evet, neden olmasın? Farsça, Firdevsi’ye; İngilizce Şekspir’e nasıl borçluysa Anadolu Türkçesi de zenginliğini, yüzlerce yıl kendisine hayat veren Yunus Emre’ye, sonra onu dilce izleyen ve tamamlayan Nasreddin Hoca’ya, Karamanoğlu Mehmet Bey’e, Köroğlu hikayelerine, Keloğlan masallarına, Pir Sultan ve Karacaoğlan şiirlerine borçludur.
Yunus Emre sadece bir dil büyüğü değil, bizim hayata bakışımızın, toplumsal ve dini değerlerimizin de mimarlarındandır. Bu şiiri, “çok derin duygu ve düşünceleri” sade, yalın bir dille, derli toplu ve kolay anlaşılır kılması bakımından örnek olarak seçilmiştir.
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
Bilmek, bizim önümüzü aydınlatır. Ayağımızı yere sağlam basmamızı sağlar. İnsanın bilgisi içten dışa, dıştan içe gider gelir. Önce kendimizi tanırız, kendimizden pay biçerek başkalarını; başkalarından ve doğadan öğrendiklerimizle yeniden kendimizi tanırız.Bugünü ve geleceğimizi kurarız.
İnsanın kendisini bilmesi kadar büyük nimet yoktur. Bu, basit bir şeymiş gibi görülür ama zordur. Birçok insan kendini ya olduğundan büyük görür, ya da büyüklüğünün farkında değildir; üstelik kendini bir de hakir görür!
Bilgi, her şeyden önce insanın kendini bilmesini sağlamalıdır. Anadolu’da çağlar öncesinden kalan tapınakların alnında “Kendini Bil” yazar. Bilgi, öncelikle insanı ve insan ilişkilerini, hak ve görevlerimizi içermelidir. Ne istediğimizi, bunları neden istediğimizi bilinçle belirlemiş olmalıyız. İnsan, rüzgârın önüne katılmış bir yaprak gibi sürüklenmemelidir.
Okumaktan murat ne
Kişi Hak'kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir
İnsan niçin okur? Hem kendi, hem de başkalarının “hakkı”nı bilmek için. Yani “kul hakkını ve sınırlarını” bilmek için. Bu, Allah'ın insanlardan isteğidir. Gönül dünyasında da, toplum yaşayışında da düzen ve huzur böyle sağlanacaktır. İnsan okuyor ama “hak-hukuk” bilmiyorsa, kul hakkı yiyorsa her şey boştur. Kuru, işlevsiz bilgi yüklemesidir yapılanlar.
Dört kitabın ma'nisi
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır
Oysa dört kutsal kitabın özü ve ruhu bir elif harfinde apaçık bellidir! Elif, bizim yazımızdaki “a” harfinin karşılığıdır ve Arapça’da düz bir doğru “l” şeklinde yazılır. Bu şeklinden ötürü şair, dört kitap da türlü örnekler ve hikâyelerden yola çıkarak insanlara bir tek buyruk verir: Doğru ol! Dosdoğru yaşa!
Yiğirmi dokuz hece
Okursun uçtan uca
Sen elif dersin hoca
Ma'nisi ne demektir
Anadolu insanı İslam’ı “Yunus gibi olmak, dosdoğru olmak” şeklinde anlar. Oysa her dönemde insanımızın samimi duygu ve dini değerlerini “laf kalabalığı yaparak” sömürenler çıkmıştır. “Yirmi dokuz hece” çok konuşmak, dinle ilgili kavram kargaşası yaratmaktır. Özellikle “elifi”, doğruluğu, gözden kaçırmak isteyenleri yadırgıyor ve yargılıyor Yunus Emre.
Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir
İslam ve Kuran bizde esas olarak iki koldan yorumlanmıştır: Medrese eliyle şeriat yorumu geliştirilirken, Tekkeler ve Veli’ler marifetiyle tasavvuf yorumu yaygınlaştırılmıştır. Şeriat erbabı, tasavvufu küçümsemiş ve İslam’dan “sapma” olarak görmüş; tasavvuf da şeriat yorumunu “yüzeysel olmak ve şekilde kalmakla” eleştirmiştir. Yunus Emre uzun bir medrese eğitimi aldıktan sonra “tasavvufa, sadeliğe ve aşka” yönelmiş bir bilge kişidir.
Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Bu dizelerde Yunus, şekilde kalmayı eleştirmekte;
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir
Öze yönelmenin gerekliliğini, inancın bir yaşama biçimi olarak öncelikle kul hakkına saygı göstermeyi emrettiğini hissettirmektedir. Kul hakkına saygı gösterme buyruğunu, bu apaçık görünen gerçeği laf kalabalığıyla ve başka dini söz ve gösterilerle kimsenin örtemeyeceğinin altı çiziliyor.
Yunus Emre, “ilahi” adı verilen yedili hece ölçüsüyle söylediği bu tarz şiirleriyle İslam dininin özünü, okuması yazması bile olmayan insanımıza son derece doğru ve kalıcı bir biçimde anlatabilmiştir.
Yunus Emre, kültürümüzün, dilimizin, dinimizin ve toplumsal vicdanımızın en büyük mimarlarındandır. *
Diye düşünürken,Yunus Emre hayranlıkla kendisini izlerken kalkı sarıldı,sarıldı...Birden uyuduğu uykudan uyandı,etrafına bakındı,gülümsedi.Çok mutluydu...
Mehmet Aluç


Yayınlarım

Bugünü Elinden Alına Adam Geleceği İçin Ne Yapabilir?

  Bugünü Elinden Alına Adam, Geleceği İçin Ne Yapabilir? Cevaplarınızı bekliyorum. Mehmet Aluç