Hayatımızda neyi layık olduğu gibi kabul ettik ki, mutluluk kapımızı çalsın, bizi gülümseyen mutluluğu ile sarsın.
Sayamıyoruz ömür denen geçip giden günleri, birbirimizle kırgın olduğumuz günlerin farkında değiliz hem ömür denen günlerimiz bir bir tükenirken hatta hoyratça harcarken, dostsuz geçen günlerin sancılarıyla yaşarken, gözyaşımızı silecek bir dost arkadaşımız olmadan bu ömrümüzü boşuna heder ediyoruz, mutsuzlukla baş başa yaşıyoruz.
Gönlümüzde mutlu olmak için içimizde derin bir istek olmasına rağmen, mutlu olmak için egomuzu yıkarak mutluluğa bir adım atamıyoruz, ilk adımı biz değil de mutluluk bize doğru adım atmasını bekliyoruz. Oysa mutluluk kapımıza kadar gelmiş biz ona son bir adım atmaktan aciziz hala gelip bizi sarmasını boşuna bekliyoruz!
Ömrümüzü boşuna zamanın eline teslim ediyoruz, oysa zaman teslim almakla ilgili bir isteği ve arzusu yok, sadece mutlu anlarınızı bana göre ayarlayın ben gelip geçmeden bu güzel günlerin tadını çıkarın diyen bir yol işaret ve zamanın işaretçisidir oysa.
Hayatımızı zamanın dışında zamana bağlı kalmadan, kendi arzu ve hayallerimizin gerçekleşmesi uğrunda sadece kendimizi düşünerek harcadığımız müddetçe ne bizim için yarın nede güzel bir gelecek bekleyecektir. Güzel günler ve gelecek birlik beraberliğin beraberce yaşandığı bir yaşamın devamı ile mümkündür.
Düşünürken acı çekmek yaşarken acı çekmek hayatımızın vazgeçilmez yoldaki ayağımıza takılan bir taşıdır, her taşa takılıp düştükçe, düşmemek için kendimize hayatımıza daha sıkı sarılmamıza neden olmakla beraber bizi hayata hatalarla yaşamamak adına daha, sağlıklı düşünmeye hayatımıza da daha sıkı sımsıkı sarılmamıza neden olmaktadır. Bu küçük düşmeler acılar bizi mutsuzluğa değil acılarla yaşamaya alıştırarak, her düşmeden sonra hayata sarılmaktan vazgeçememeyi bize öğreterek, bu acılarla duygularımızı içimizde saklamak yerine onunla yan yana duygularımızı da zayıflığına fırsat vermeden baş başa yaşamaya olanak vermektedir.
Mehmet Aluç-Kul Mehmet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder