Zamanı mutlulukla doldurmak yerine, hala zamansızlığın boşluğunda kalan ikimiz, zamanın değerini bilmeden çivilenmiş orada kalmış bekliyoruz! Boşlukta kelimesizliğin arasında aciz sözlerin şemsiyesi altında hala neden beklediğimizde muamma! Dün sana sarılar iken düşlerimin pembe okyanusunda özgürce seninle gülümseyerek yüzerken, bugün ise yalnızlığına sarılarak ağlıyorum… Dün sana sarılırken neşeyle gülüyordum oysa bugün ayrılığına sarılarak derinden gözyaşı döküyorum… Hafızamda gülüşünle koskocaman yarınları düşlüyordum şimdi hiçliğin derin uçurumunda uçuyorum, ne oldu bilmiyorum birden ayrılık rüzgârına kapıldık Sen başka bir limandasın tek başına, ben ayrı bir limanda ayrılığın derinden zehirli oku yüreğimize saplamış bekliyoruz…
Kim sapladı bu ayrılığın zehirli okunu yüreğimize acaba suç
bizde miydi düşünürken bulamıyorum! Dün varlığımızla koskocaman dünyada
mutluluğun vadisinde var iken el ele bugün yokluğumuz ile birbirimize
ıstırap çektiriyoruz… Oysa her gün mutluluğun sahilinde uyanırken aynı
yastıkta, Birbirimize gülümserken nasılsın canım derken şimdi ayrı yastık ve
yataklarda düşlerde ayrı kalmanın sahilinde gözlerim mutluluğu ararken hasretin
sahilinde kumlara batmış, yürüyememenin zorluğunda kalan iki yabancı olduk…
Suç ikimizdeydi galiba bir anda ayrılığın kapısını ellerimizle
öfkemiz ve nefretimizle açtık sanki gülümseyen yarınların gülümseyen kalbine
ayrılığın hançerini kendi ellerimizle sapladık oysa bir özür dilemek hata bende
demek çok kolayken ikimizde yarınlarımıza sırtımızı dönerken hataların
merkezinde ben kral sen kraliçe oldun, şimdi ikimizde gezdiğimiz o gülümseyen
sokaklarda kaybolduk, bilemediğimiz o yabancı yarınların, yabancı bakışlarında
kaybolurken, hayatımızdaki bu boşluğu doldurmak yerine boşluğun merkezine
uçarak, boşlukların feryadında sağır kaldık. İkimizde geri dönmek için bir adım
atmanın acizliğinde, umutsuzluğunda çamura saplanmış bekliyoruz hala!
Gönlümüzdeki bu kara lekeyi silmek için sana koşsam seni bulur muyum
bilmiyorum! Ya da yine sen bana gülümseyerek koşar mısın onu da bilmiyorum!
Saplanmışım kararsızlığın ortasına hiçbir yana dönemiyorum, nereye baksam
karamsarlık vıcık vıcık gözümün önünde bir adım atmamı engelliyor…
Gidişinin veya ayrılışımızın bilmem bu kaçıncı Eylül’ü ne sen
geldin, ne de ben sana gelebildim, yoksa bu hasret dolmayan çilemiz mi
dolmasını mı bekliyoruz vuslata erişsin diye? Eğer öyle ise ben hala dönmeni
bekliyorum ve sen bana doğru yürümesen de, ben sana doğru bir adım atarak yola
çıkıyorum, sen beni beklemesen de, ben bu ayrılığı yüreğimde çözmek ve rahata
ermek için çıkıyorum yola. Hiç olmazsa ayrılığın kapısın vuslata hatta visale
ilk açan ben olmak için çıkıyorum, ilk sana yine yürüyen ben olmak istiyorum…
Mehmet Aluç-Kul Mehmet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder