Doğum ile hayatın sona doğru giden çanları çalmaya başlarken, ömür bir nefes veya ikindi serinliğinde nefesle sona koşmakta. Zaman dersen, bir an durmayan ardında koştuğumuz hayatın gün ışığında peşinde koştuğumuz anın bir parçası. Bazen monotonluğu ile sıkıntı veren üzüntü ile dertlere boğan bazen gülümseten zamanın içinde sıkışıp kalan hayatın girdabında yaşayan kullarız. Bazen üzerimize ölü toprağı sepilmiş gibi sessiz, hayattan kopmuş anımızla hissiz duygusuz yaşayarak zamanı ve anı heba etmekten öteye gitmeyen, gün ışığına hasret kalmış gibi yüreği kararan insanlarız…
Çoğu zamanda sevdayı yüreğimize yükleyerek, sevinçleri mutlulukları dolu dolu yaşayan ve yaşatan insan, bazen de özlem ile gözyaşı döken, hasretin kıskacında kalan zamanın içinde yaşayan ve yaşatan insan… Sevda iklimlerine yüreğinde yelkenleri açarak gülümseyen gülümseten, yarınlara koşarken arkasında kalanları tek tek toplayarak yanına alan, bazen de nefreti kini ile sevda dolu yüreğini yarınlarını, paramparça eden nefretin volkanlarını yüreğinde kaynatarak yakan insan… Yüreğindeki yangını görmeyen, yüreğindeki yangını kendisinin yaktığını unutarak, kim yaktı bu yüreğimi diyerek etrafına saldırarak zarar veren, nankör insan… Uzaklarda gel gülümseyen gönlünle gel artık yüreklerimiz buz tutuyor, bütün dünyamıza her mevsim kar yağıyor sesini duymayan, gülümsemeyen gülümsetmeyen insan… Nefesi titrek bir çiçek gibi solan, bütün geceleri ayaz soğuk, üşüyen insan… Yarınlara sevdanın ezgilerini yüreğinde unutan, kapısını kapatan, dudaklarında sevda dolu sımsıcak gülümsemeyi unutan, nefretin kimsesizliğini sözlerini yükleyen insan…
Ey insan hangi bulanık çağlayan suların içinde kayboldun, girme o bulanık sulara boğulacaksın diyenleri duymayan, şiir dolu gülümseten yarınları görmezlikten gelen yıkan insan, aç yüreğindeki sevginin kapısını, hangi uzak şehirlerin dehlizindesin, rüzgârın kuşların kanatlarındaki nefretin yakan sıcaklığını neden duymazsın ah insan… Ses ver neden bazen susarsın, duymazsın feryadı figanı?
Ey insan hangi erişilmez dağların ardında saklı kaldın, saklanmakta nedir? Görünmek sevmek sevilmek var iken, uçurumların yamacında gezinirsin? Yaralı ceylan gibi yaralı yürekler sana hasret kaldı, kap gel sevdayı kolundan beraber, hasret kaldık sana sevdana gülümsemene… Baksan sen susunca kâinatta susuyor kuşlar ötmüyor ağaçlar yeşermiyor… Sevdaya hasret yürekler çocuklar yarınlar üşüyor kayboluyor ve insanlık, nerede isen ortaya çık saklanma, bizleri yağmur dolusu yalnızlıkla dermansız dertlerin arasında karlarla kaplı soğukların altında kalan yarınsızlık ile bırakma, bak biz sana doğru koşuyoruz, saklanma çık ortaya gör bizi, boş yüreklerimiz yarınlarımız sevda ile gülümseme ile doldur…
Mehmet Aluç-Kul Mehmet-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder