Hayatımız
o çok sevdiğimiz hayatımız ve dünyamız, vaz geçemediklerimiz… Bizi ölümün
bağrına doğru yaklaştırırken usul usul veya aniden pençesi ile ensemizden
tutarak bizi başka bir âleme götürecek olan ölüme doğru sürüklemekte, biz
farkında olsak ta olmasak ta.
Düşlerimiz
hayallerimiz yarına doğru yürürken olmayacak olan yarınımızın bir anda olmaması,
gönül dalımızda açan yaprakların bir anda solması ile ölüme koşan bizler aşk
sevgi ile bir birimizi sevmeden ve aniden veda ederken sonrasında bin
pişmanlıkları yaşayan yine biz.
Yaşarken
karşılıklı susan biz, ölüm geldikten sonra suskunluğun pişmanlığı ile kahır
oluruz, pişmanlığın acısı ile baş başa kalırız.
Kalbe
düşünce ayrılığın oku, ona gülümseyememenin, bir seni seviyorum canım
diyememenin acısı ile yanar yüreğimiz… Ah keşke ona seni seviyorum
diyebilseydim deriz, ama artık faydasız son pişmanlık bazen faydasız ve çaresiz
kalıyor.
Baharlar
kâinata gelirken bize der ki, ey insanoğlu senin gönlünde her zaman baharlar
var aç kapısını gör der, ama biz her zaman o yüreğimizde karlar yağdırırız,
dondurucu zemheri soğukluğu ile doldurur ve kapısın kapatırız o soğukluk ile
donarcasına yaşarız.
Bizi
mutluluğa götürecek olan gönül atlarım yola çıkmak için şahlanmış bekler, lakin
biz onu aç bırakarak öldürürüz. Yanlış mı söylüyorum bilmem var mıdır bunun
başka bir izah yolu?
Gönlümüz
o kadar ıssız ki bunu farkında bile değiliz, haydi gönlümüzdeki baharları
yaşatacak olan bahar mevsiminin kapısını ardına kadar açalım, hatta kapısını
sökelim atalım bir daha kapanmasın, bizi yalnızlığın ıssızlığın anaforunda yok
etmesin…
Elimizdeki
yüreğimizdeki cam kırıklarını atalım, yüreğimiz kesiyor kanatıyor haydi bir
adım atalım açalım gönlümüzün sevgi kapısını, sonuna kadar.
Mehmet
Aluç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder